ÖĞRENCİLER, ETKİNLİK OBEZİ Mİ OLDULAR?

Barış Aygener 13/10/2016 - 11:39:27

Okula yeni gelen öğrenciler için oryantasyon programının bir parçasında ben de rol aldım. Kısa süren tanışma ve tanıtma aşamasından sonra öğrencilerime ilk defa karşılaştıkları bir mekânı, bir arkadaşı, bir eğitimciyi keşfetmenin heyecanını ve zevkini yaşamanın önem ve değerinden söz ettim. Sonrasında yalnız olmak üzere kampüsü dolaşmalarını istedim. Ertesi hafta sınıflara girdiğimde bir lise öğrencisi, “Ben çocukluğumdan beri ilk defa kendi başıma kaldım, kendimi ve çevreyi yalnız olarak sessizce dolaştım, kendimi, doğayı dinledim, huzur buldum. “ dedi. Bu sözler üzerine diğer bir öğrenci, “Ben ilkokuldan beri ödevlerimi bile yardımcı öğretmenle yapıyorum.” demesin mi? Arkasından birçok öğrenci, birini bitirir bitirmez diğerine başladıkları ödevlerden dolayı konu üzerine düşünecek ve hatta derinleşecek vakit bulamadıklarını, anasınıfından beri bir etkinlikten diğer bir etkinliğe koştuklarını, sınıf içi, ev etkinliği, okul etkinliği derken uyarıcı bombardımanından sakince kalamadıklarını ifade etti. İçlerinden biri de “Biz etkinlik obezi olduk.” diye şakayı patlattı. Evet, etkinlik obezi yaptık çocuklarımızı ve artık zevk de almıyorlar, şifa da bulmuyorlar, karmakarışık, üst üste, alelacele yediklerinden.

Yıllardır amaç ve hedefleri net bir biçimde belirlenmemiş, hedef kitlenin özelliklerini gözetmeyen, iz ve etki bırakmayan, konu üzerinde derinleşmeye yol açmayan, araç olma özelliğini yitirerek amaç kılınmış etkinliklerin yarardan çok zarar doğurduğunu anlatmaya çalıştım. Niteliğe değil de niceliğe odaklanmış etkinlik histerisinin psiko-sosyal, akademik anlamda olumsuz sonuçlarını artarak gözlemliyoruz, maalesef.

Ali Nesin bu sonuçlardan birini “Çocukların ve gençlerin en önemli sorunu konsantrasyon eksikliği. Bunun da bence yegâne nedeni, çocukların ve gençlerin kendi zihinleriyle uzun süre yalnız kalmamaları. Ya arkadaş, ya cep telefonu, ya müzik ya televizyon. Mutlaka bir uyarıcı oluyor hayatlarında. Yarım saat kendi başına kalıp düşünemiyor çocuk, öyle bir alışkanlığı yok, öyle bir fırsat da tanınmıyor kendilerine. Bu da konsantrasyon eksikliğine neden oluyor.” diye dillendiriyor. Ali Hoca’nın satırlarını okurken çocuğunda hiperaktivite ve dikkat eksikliği olması nedeniyle fikir almaya gelen anne babaya, her akşam yarım saat “tıp oyunu” oynayın; televizyonu, cep telefonunu kapatın, sizler de konuşmadan, sakince durun, dediğimde anne babanın yaşadığı şaşkınlık geldi gözümün önüne.

Ali Hoca, öğrencilerin başarıya odaklandıklarını ve kısa sürede başarı elde edemediklerinde de pes ettiklerini anlatıyor. “Bir problem üzerinde bırakın bir iki gün geçirmeyi, on dakikadan fazla düşünmüyorlar bile. Problemi çözemiyorlarsa hemen bir bilene soruyorlar. Çözüm yöntemi geliştirmek, kendini zorlamak, çeşitli yollar denemek gibi zihinsel süreçten bihaberler. Oysa düşünmek, başarıya ulaşmadan uzun süre düşünmek, argo deyimle kafa patlatmak o kadar zevkli bir süreç ki...” Bu sözler, sadece bilim yapmanın motivasyonuna ve metodolojisine yönelik olmak üzere insanları bilim konusunda ileriye taşıyacak yetenekleri anlatan sözler değil, aynı zamanda topyekün yaşam başarısının pedagojik alt yapısına ilişkin sır değerinde. Arkadaşlık  ilişkilerinde derinleşme yaşayamayan, sürekli arkadaş ve mekân değiştirme telaşı güden, alınterinin değerine inanmayan, evlilik, dostluk gibi kalıcı ilişkileri sürdürmekte zorlanan, küçük bir sorunda bile profesyonellerin yardımına ihtiyaç duyan, kendi kendine işlerini göremeyen yetişkinler, bu çocuklar arasından çıkıyor.

Korkmayalım, çocuklarımızın canlarının sıkılmasından. Ancak can sıkıntısı yaşayan çocukların cevherlerini açığa çıkarabileceklerini, yaratıcılık merdiveninin ilk basamağında “can sıkıntısı” yazdığını unutmayalım.

Anne baba ve eğitimciler olarak üzerimize düşen görev, çocuklarımızı kendileriyle ve doğayla baş başa kalıp düşünecekleri, hayret duygusunu yaşayacakları, keşfetmenin heyecan ve zevkini hissedecekleri öğrenme ortamları hazırlamak.