DURİYE’NİN GÜĞÜMLERİ

Hamdi Topçuoğlu 19/02/2020 - 07:36:18

Bugün hem "Dünya Sevgililer Günü" hem de "Dünya Öykü Günü". Ben de dostlarımın bu anlamlı gününü aşkın şehri Stratonieia'dan bir aşk öyküsüyle kutluyorum.
 
DÜRİYE’ NİN GÜĞÜMLERİ
Gün ikindiye dönmüştü çoktan. Meltem, tül serinliğini bin yılların tanığı Eskihisar sokaklarında dolaştırıp aralık bulduğu avlu kapılardan bahçelere, yaz boyu kapanmayı unutan pencerelerden odalara bırakıp aşağılara, değirmen deresine doğru akıp gidiyordu. 
 
Abidin'in içi sıkkındı yine. Tütünü dizip bitirmiş olmaları, akşam serinliği, anasının saçta pişirip önüne attığı akdarı ekmeği... Farkında bile değildi hiçbirinin. Şöyle kahvelere doğru uzansa, çınarların altında iki beş etse ya da kafayı vurup uyusa... Canı istemiyordu; avutmuyordu bunlar onu. 
 
Yetimdi Abidin. Ne o babasını, ne babası onu görmüştü. Babası Afyon'da şehit düştüğünde anası ona daha iki aylık hamileymiş. Ondan kalan ne bir resim, ne bir ses... Yalnızca bu toprak damlı ev ve üç dönüm bahçe. Kimselere muhtaç olmadan ana oğul geçinip gelmişlerdi bugünlere. 
 
Mahzundu Abidin. Konuşurken bile kaldırıp başını bakmazdı konuştuğuna. Ya Kozpınarı'ndaki bahçede ya evde... Bir sıska inek, bir de anası... Cumartesi günleri kurulan köy pazarına dahi çıkmazdı kolay kolay."Hadi bir de sen gidiver." dese anası, başını iyice öne eğer, duyulur duyulmaz bir sesle "üsteleme anacığım" derdi. "Ben böyle iyiyim."
 
Oysa Eskihisar pazarı yalnızca Eskihisarlı gençlerin değil, çevre köylerin gençlerinin de vazgeçemedikleri buluşma yeriydi. Gençler en güzel giysilerini giyer, topu topu 200 metre uzunluğundaki pazar yerinde bir aşağı bir yukarı volta atar; koca çınarların altında kar şerbeti içerlerdi.
 
" Leyne'nin narı, Katrancı'nın künarı, Bencik'in kozu, Eskihisar'ın kızı."
 
Güzeldi Eskihisar'ın kızları, bakımlıydılar. Hem de bin yıllardan beri. Çünkü onlar Kraliçe Stratonike'nin aşk pınarlarında yıkanarak büyüyorlardı. Aşkı kutsamak, aşk uğruna hüküm vermek ve aşkı bağışlamak bu toprakların bu suların varoluş gerekçesiydi. Bu yüzden en yoğun iş arasında bile aynaları ihmal etmezlerdi. Akıllıdıydılar üstelik. Tarihin hiçbir döneminde erkeklere kul köle olmamışlardı... Akşamüstleri tütünler dizilip kırmandallara asıldı mı, gelsin piyasa vakti. Harman yerinden Halkalı'ya, Kozpınarı'na en yeni giysileri giyip en güzel kokuları sürünüp bu antik kentin sokaklarının bitmeyen ayinini tekrarlardı...
 
Abidin bu cıvıltılı yaşamdan uzak dursa da severdi Eskihisar’ı. İnsanlarını da severdi elbet. Bir kez ayrılmıştı köyünden. O da askerlik için. Eskihisar özlemiyle yanıp tutuştuğu bu ayrılıktan tek andaç getirmişti: Cümbüş...
Kimseler duymasın tavrıyla çalardı cümbüşünü. Sesi fesleğen kokulu, sadası güvercin süzülüşlüydü. Hele dolunaylı gecelerde... Sanırdınız ki Eskihisar'ın tüm antik aşıkları sonsuz uykularından uyanır; aşklarının en duygusal anlarını ve anılarını Abidin'in sesine halka halka eklerlerdi. Kulak verenlerin ömür billah duymadığı türkülerdi bunlar. Onları dinlerken anacığının böcülerle börtülerle paylaştığı kadınlığı uyanırdı içinde. Oğul gider, hep yirmisinde bir delikanlı kalan kocası gelirdi yerine. Bir kuytuya çekilir, anılarıyla söyleşirdi.
O güzelin güğümleri kalaylı ah kalaylı
Fistan giymiş etekleri alaylı ah alaylı 
Dellenir gibi olurdu Abidin bazen. Düşlerini, umutlarını cümbüşün tellerine sunar; cümbüşle hemdem olurdu. 
Giyme dedim sana ben o alleri, ah alleri
Başıma getirdin türlü halleri ah halleri
Konu komşu,"Ever artık bu oğlanı." derlerdi Hatçe Kadına. O da isteyip de alabileceği kızların adlarını sıralardı Abidin'e, Hep olmazlanırdı Abidin. Ya "El kızı beni senden ayırır." der; ya da "Üç dönüm bahçe ikimize anca yeter." bahanelerini ileri sürerdi. Bu bahaneleri korku olarak yaşadığından mı ne, üstelemezdi anası.
Aylar, yıla dönmek üzereydi neredeyse. Abidin daha bir içe kapanmış, türkülerini daha usuldan söyler olmuştu. Her zamanki tavırlardı bunlar, önce çaresizlikten kıvranmak, sonra da her şeyi cümbüşle paylaşmak...
İçeri girdi, yüklükten cümbüşünü aldı. "Bir sen varsın yoldaşım, sırdaşım." dedi; okşadı, sevdi cümbüşünü. Cümbüş müydü okşadığı, yoksa Düriye mi, kendisi de bilmiyordu doğrusu.
 
Düriye... Çakır gözlü, billur tenli Düriye... Evin hayatından gözlerdi Abidin, bey konağının avlu kapısını. Ne zaman onu görse sesi daha bir süzülür, yüreğinin sesi eşlik ederdi bu sese.
 
Köyde, Düriye'nin beslenki değil; beyin, kahya kadınla yaşadığı kaçamakların meyvesi olduğunu herkes bilirdi. Ancak kimseler belleklerde taptaze yaşayan bu sırrı bir türlü dillendirmeye yanaşmazdı.
 
Düriye, beyin kızıydı: Bu yüzden ona yan bakmak, ona sevdalanmak yine bey soylulara düşerdi. Ya da Düriye bir beslenkiydi. Bu yüzden ona sevdalanmak, soylu bi
rine yakışmazdı...
 
Giyme dedim sana ben o alleri ah alleri
Başıma getirdin türlü halleri ah halleri
O da biliyordu bu sevdanın olmazlığını. Biliyordu da yüreğine söz geçiremiyordu işte. Askere giderken belki unutulabilirim diye düşünmüştü. Ama Düriye sanki ondan önce düşmüştü asker ocağına. Garnizonun kapısında ona ilk merhaba diyen Düriye'nin gözleri; buz kesen gece nöbetlerinde Düriye'nin elleriydi ellerini ısıtan. İyice bunaldığı anlarda tenhalara atardı kendini Abidin. Bir kuytuya oturur adını söylemeden usuldan usuldan Düriye'nin türküsünü söylerdi.
 
Dolunay, Kurukümes dağının dolunayı, geceyse Isparta'nın gecesiydi. Davras Dağı'ndan Ali Köyü'ne bir kar deniziydi ışıldayan. Abidin, yine bir köşeciklere çekilmiş duyulur duyulmaz bir sesle türküsünü söylüyordu. Komutanını karşısında görünce toparlanıp hazır ola geçmişti geçmesine; ama öylesine utanmış, irkilmişti ki, bir an Davras'ın karlarına karışıp kaybolmak dilemişti. Komutanı hiçbir şey demeden elinden tutmuş, odasına götürmüştü. Bir dolaptan cümbüşü çıkarıp tozlarını silmiş "Al." demişti. "Bundan sonra senin. Her akşam yemekten sonra odama geleceksin."
 
Türkülere yatkın dile; kısa zamanda tele, tezeneye alışkın el de eklenivermişti. Cümbüş yürek oldu, türküler Düriye. Rüzgâra bırakılan bu türküler Ali köyünden Eskihisar’a uçar giderdi nasıl olsa. Uyandırsa bile yüreğini “Ben de sevdim.” diyebilir miydi Düriye? 
 
****
Gün battı, Kurukümes dağının doruğundaki kızıllık da yitti yavaş yavaş. Abidin, nice çalıp söyledi, nice sorulara yanıt aradı? Bir anacığı dinledi, korkarak; bir de gece kuşları... Kurukümes’ten kalkan bir ışığın Eren Dağı’na kayışını gördü Hatçe Kadın. "Ey Eren Dede!" dedi," Eğer söylerse oğlum derdini, sana adağım olsun gelecek bahardaki yavrusu Sarıkız'ın."
 
Abidin de gördü aynı ışığı; o da diledi dileğini "Benim olursa Düriye, Kozpınarı'ndan kırk gün sırtımda su taşıyacağım dağındaki kuşlara Eren Dede..."
 
"Hadi yat artık." dedi anası bilmem kaçıncı kez. Yorgundu yüreği Abidin'in. Hasırın üstünde kıvrılıp kaldı.
"Beyler, Bıllalar'dan"
 
Not: beslenki : evlatlık