ABD’nin Yaptırım Diplomasisi ve Türkiye Dış Politikasına Etkileri

Erhan Ayaz 18/12/2020 - 08:39:55

Geçtiğimiz haftaki yazımda Türkiye’yi dış politikada zor günlerin beklediğinden bahsetmiştim. Maalesef ABD’den gelen haber geçtiğimiz haftaki yazımı onaylar nitelikte oldu. Zaten uluslararası ilişkiler alanında çalışanlar ve gündemi takip edenler için sürpriz olmayan ABD’nin Türkiye için uyguladığı CAATSA yaptırımları, ülkemizde bazı kesimler tarafından çok sevilen Trump tarafından imzalandı ve yürürlüğe girdi. 2012 yılından beri yazmaya çalıştığım temel konulardan biri dış politikanın kişiler üzerinden yürümez ve kalıcı dost yada düşman tanımının uygulanamaz bir alan olmasıdır. Gördüğünüz gibi iç politikada seçimi kaybederek topal ördeğe dönmüş, dış politikada ise geleceği siyaseten çok parlak ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo tarafından, partiler üstü konular üzerinden sıkıştırılan Trump kendini biraz olsun rahatlatabilmek için Türkiye’ye karşı CAATSA yaptırımlarını uygulamaktan çekinmedi. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo son Türkiye ziyaretinde resmi temaslarada bulunmamıştı. Ayrıca 1 Aralık’taki NATO Dışişleri Bakanları toplantısında Mike Pompeo ile Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu arasında sert bir tartışma yaşandığı kulislere yansımıştı.
 
ABD Hazina Bakanlığı tarafından açıklanan yaptırımlar Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) ile SSB Başkanı İsmail Demir’i kapsamakta. Ancak açıklanan ABD yaptırımlarının en önemli ve beklentilerden daha yüksek etki seviyesinde gelmesi yorumlarına neden olan bölümü Türkiye Savunma Sanayii Başkanlığı’nın tüm ABD ihraç lisanslarını ve yetkilendirmelerini yasaklıyor olması. Bu madde ile savunma sanayinde birçok proje ve üçüncü ülkelerle yapılan işbirlikleri etkilenecektir. 
 
ABD’nin açıklamış olduğu yaptırımlar ikili ilişkilerde yeni bir dönemin başladığını gösteriyor. Başkan Trump ile kurulan yakın temaslar nedeniyle ilişkiler göreceli olarak vakur bir şekilde ilerliyordu. Ancak yaptırımlar Trump dışında zaten çok kötü durumda olan Türkiye-ABD ilişkilerini daha da sorunlu bir döneme sokacak nitelikte. 20 Ocak tarihinden sonra görevi Trump yönetiminden alacak Joe Biden ve ekibinin Türkiye’ye olan bakışı ciddi anlamda olumsuz. ABD şu anda S-400 kararını iki ülkenin gelecekteki ilişkisi için dönüm noktası olarak görüyor ve kendi adına sorun olarak gördüğü durumun çözümü için elindeki siyasi, ekonomik ve jeopolitik araçları kullanmaya başladı. Aslında ABD bir anlamda NATO üyesi Türkiye’yi S-400 özelinde Rusya ile olan askeri ilişkilerini gözden geçirmeye zorluyor. 
 
Şimdi size dünya siyaseti ve Transatlantik yakasının diğer önemli küresel aktörü AB’nin Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell’in Fransız Le Grand Continet dergisinde geçtiğimiz hafta kaleme aldığı makalesindeki Türkiye ile ilgili bölümü paylaşacağım. Borrel, AB için ana tehditlerden biri olarak, otoriter rejimlerin yükselişini tanımlıyor ve özellikle üç ülkeyi adlandırıyor: Rusya, Çin ve Türkiye. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell aynı makalesinde “Avrupa olarak kıyılarımızdan birkaç kilometre uzakta, Libya’da Rusya ve Türkiye askeri üslerinin bulunması riskiyle karşı karşıyayız.” analizini yapıyor. Türkiye’yi bir risk olarak görüyor. 
 
Aslında hem ABD’nin uyguladığı yaptırımlar hem de AB’den gelen açıklamalar ve Mart ayına öteledikleri yaptırımlarının siyasi ve jeo-politik sonucu için Türkiye’nin hızla batı ittifakından uzaklaştığı analizini yapmak mümkün olabilir. ABD ile AB’nin ikircikli tavırları, dış ve güvenlik politikalarındaki sorunlu tutumlarını önümüzdeki hafta değerlendirmeye çalışacağım. Ancak ilişkiler bu noktaya gelirken Türkiye olarak biz diplomasiyi doğru işletebildik mi? Haklı olduğıumuz hususları çözebilmek için sabırsız adımlar mı attık? S-400 kararını verirken ülke içinde konunun uzmanları tarafından yeterince tartışıp, demokratik süreçleri işletebildik mi? Türkiye’nin hava savunma yeteneklerini geliştirmede sadece ABD kaynaklı Patriotlar ile Rusya kaynaklı S-400’ler mi vardı? Hava savunma yeteneklerimiz için ciddi nakit ve vakit harcadığımız F-35’lerden mahrum kalmak hesaplandı mı?