UYUMAK

CENGİZ BAYSU 26/12/2023 - 08:22:28

Uyumak
 Bazıları için yorgunluğun sonunda teslimiyet, 
inançlılar için yarı ölüm, sağlığına önem verenler için bir zorunluluk
 
Yaz mevsimi ömrünü tamamlıyor oksa da güneş yakmaktan vaz geçeceğe benzemiyor. Kuzey illerimize yağan yağmurların dengeli bir şekilde Anadolu’yu da ıslatmasını bekliyoruz. Güneşli günlerde parklar yine doluyor, Boğaz’da gençler akrobatik gösterilerle kendilerini Boğaz’ın suyuna atıyor, insanlar deniz kenarında istirahat ediyorlar. Simitçi ve seyyar meşrubat satıcıları deniz kenarında tezgâhlarını kuruyor. Boğazı seyreden insanlar soğuk bir şeyler içerek hararetini gideriyor. 
 
Park ve ağaçlık alanlara gidenler ağaçların altında pikniği tercih ediyorlar. Ağır işlerde çalışanlar, barksızlar ve parasızlar yere serili kartonların üzerinde upuzun yatıyorlar. Durak dipleri, set üstleri de yeni misafirlerini beklemeye hazır. Aslında iş sırasında bile uyuyanlara rastlamak mümkün.
 
Özellikle resmi görüşmeler için şehirden şehire, ülkeden ülkeye koşanlar yorgunluğunu gizleyemiyor ve uykuya teslim oluyorlar. Nasıl olmasınlar ki? Bu kişiler kısa zamanda birçok görüşmeyi sonuçlandırmak zorunda bırakılıyorlar. 
 
Sabah erkenden yollara düşen bu insanlar, yorgunluğun etkisiyle de kendilerinden geçiyorlar. Kameralara yakalandıklarını fark ettikleri anda not yazıyormuş veya şakaklarını ovuyormuş havasına giriyorlar.
 
Meksika ve İspanya gibi ülkelerde insanlar öğle saatlerinde “siesta” dedikleri öğle uykusuna yatarlar. Aslında siesta bu iki ülkenin adeti olarak kabul edilmiştir. Maddi durumu çok da iyi olmayan kişilerin,  öğle saatlerindeki sıcaklıklardan korunmak için uyguladıkları siestanın başka boyutu bulunmaktadır. 
 
İş sahibi olmayan insanlar tarafından sıcaklık nedeniyle uygulanır.  Diğer taraftan, çalışan kesim içinde siesta kavramı geçerlidir. Çalışan kesim için bu kavram, öğle tatilinin uzaması ve işe geç başlama gibi anlamlara gelmektedir.
 
Silah temini
 
Anlamakta ve açıklamakta zorlandığımız şeyler oluyor bu ülkede... Turist yatağı diyebileceğimiz, yabancı konsoloslukların yoğun olduğu yerlerde zaman zaman silahlı saldırılar olabiliyor. Adam dövme, bıçaklama olaylarına alışmışken işin içine bir de silah girince işin tadı kaçmaya başlıyor.
 
Türkiye’de işlenen cinayet sayısı oldukça yüksektir. Televizyonda haberleri izlerken veya gazeteleri okurken kendimizi adeta polis bülteninin karşısında buluyoruz. Bilmem neredeki adamın eşini ve çocuklarını öldürdüğü, trafikte inatlaşma sonucu kavgaya tutuşanların silah çektiği, hasta yakınlarının doktora saldırdığı, öğrenci velisinin öğretmeni yaraladığı gibi olaylar “vaka-yı adiye”den sayılmaya başlandı.
 
Bu kadar olayın silahla işlenmesi ise başlı başına fecaat… Çoğu yabancı menşeli olan silahların Türkiye’ye girişi ve safahatı incelendiğinde, ABD’nin Irak’a müdahalesinden önceki iki yıl boyunca Irak kaynaklı 643 kaçak tabancanın yakalandığı; bu sayının, ABD’nin müdahalesini izleyen iki yılda yüzde 235 artarak 2 bin 156’ya yükseldiği görülmektedir. 
 
Bu silahların büyük çoğunluğunun, Avrupa’daki silah fabrikaları tarafından ABD’ye satılmış olması dikkat çekicidir.
 
Sonuçta, yurt dışından çeşitli yollarla getirilen silahlar her vakit hazır ve nazır olan stresin patlamasında etken oluyor. Halkın önemli bir kısmında silahlanma söz konusudur. Her gün cinayetler, yaralama ve adam dövmeler basın haberleri arasında yer alıyor. Gidişat biraz tehlikeli değil mi?
 
Bilgi edinmek isteseniz
Denetim eksik desem tüm ilgili makamlar ayağa kalkar. Sistemler yetersiz desem işin içinde uğraşanları incitmiş olurum. Kontroller zayıf desem güvenlik birimleri kızacaktır. Ne suya ne sabuna dokunayım da “sistem zayıf taraflarını kendi içinde aramalı” diyeyim.
Bizde adettir, bilgi almak için bir kuruma müracaat ederseniz anında bir üst makama havale edilirsiniz. Hatta Ankara’dan müsaade alacak duruma gelirsiniz. (Kimdir, nedir, nedendir, bilinmez.)