'Menekşe Kokulu Hikayeler...!'

GÜLDEN SÖKELİOĞLU 20/10/2023 - 09:24:08

       İçinde bulunduğumuz karamsarlıktan, savaş ortamından bir parça sıyrılmak için, bu hafta, 'Menekşe Kokulu Hikayeler' kitabından, içimizi ısıtan küçük öyküleri sizlerle paylaşmak istedim.
 
          *
 
       'Kimseye Söyleme'
 
İşleyebileceğiniz en büyük günah, başkalarından nefret etmek değil, ona kayıtsız kalmaktır. İnsanlık dışı olmanın özü nefret değil kayıtsızlıkdır.
     George Bernard Shaw
 
       Bir zamanlar, Nabek ve Dagar isminde birbirine komşu olan iki arkadaş, büyük bir çölün kenarında yaşarlardı. Nabek'in çok güzel, paha biçilmez cins bir atı vardı. Atın rengi, duruşu, koşması, görenleri hayran bırakıyordu. Dagar da bu atı çok beğeniyor ve gece gündüz ona sahip olmanın hayalini kuruyordu. Nabek arkadaşı olduğu halde, bu düşünceye bir türlü engel olamıyordu. Sonunda, bir gün Nabek'in yanına gidip atı ona satmasını istedi.
       "Dünyadaki bütün altınları, elmasları bana getirsen, bu atı yine de satmam," diyerek arkadaşı Dagar'ın teklifini reddetti.
       Bu yanıtla hayal kırıklığına uğrayan Dagar, ne olursa olsun o atı ele geçirmeye karar verdi. Bir gün, bir dilenci kılığına girdi, yüzünü örttü ve Nabek'in her gün geçtiği yolun kenarında oturup beklemeye başladı. Nabek yaklaştığı sırada, sızlanma hareketleri yaparak yardım istedi. 
Aç ve susuzmuş gibi davrandı.
       Nabek, adım atacak gücü olmadığını düşündüğü bu dilenciye acıyarak durdu. Onu köye kadar götürmek ve yiyecek, içecek vermek üzere atına bindirdi. Kendisi de atın yanında yürümeyi tercih etti. Dagar, ata binmez dizginleri ele geçirdi ve atı mahmuzlayarak dörtnala koşturmaya başladı. Bir taraftan da, arkasına dönüp bağırdı:
       "Ben Dagar'ım. Bu atı bir daha asla göremiyeceksin Nabek!"
       Nabek, Dagar'ın ardından koşmadı. Onun yerine bağırarak şöyle dedi:
       " Dagar, bir dakika dur! Senden bir şey isteyeceğim."
       Arkadaşının yürüyerek kendisini yakalayamayacağından emin olan Dagar atı durdurdu ve onun konuşmasını bekledi.
       Nabek, Dagar'a şöyle seslendi:
       "Evet, atımın sahibi artık sensin. Ama lütfen o atı nasıl ele  geçirdiğini kimseye söyleme.'
       "Neden?" diye sordu Dagar.
       " Eğer insanlar senin beni nasıl kandırdığını öğrenecek olurlarsa yolda kalmışlara, dilencilere, zor durumdaki insanlara yardım etmek için durmayacaklar. Atlarının çalınmasından korkacaklar. Bu yüzden de bir çok masum insan çölde kalıp ölecek. İnsanlar, yolda karşılaştıkları insanlara artık hiç güvenmez hâle gelecekler."
       Dagar bu sözleri dinledi ve uzun süre bir şey söylemedi. Sonra attan indi ve onu komşusuna geri verdi. Daha sonra, Nabek'in çadırına gidip orada bir barış sözleşmesi yaptılar
 ve sonsuza dek arkadaş kalmak için yemin ettiler.
 
          *
       "En iyi haber"
 
" Kimin düşündüğü ile söylediği bir olursa. İşte doğru insan odur.
     Yusuf Has Hacib
 
       Arjantinli ünlü golfçu Robert de Vincenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.
       Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını kutladıktan sonra ona, çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı. Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.
       Kadının anlattığı öykü de Vincenzo'yu çok etkilemişti, hemen cebinden bir kalem çıkarttı ve turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını çek defterine yazdı. Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona,
"Umarım, bebeğinin iyi günleri için harcarsın," dedi.
       Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken profesyonel golf derneğinin bir görevlisi yanına gelerek, "Otoparktaki görevli çocuklar geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra yanınıza bir kadının  geldiğini ve onunla konuştuğunuzu söylediler bana," dedi.
       De Vincenzo, evet anlamında başını salladı.
       Görevli, "Size bir haberim var. O kadın bir sahtekârdır. Üstelik hasta bir çocuğu da yok. Sizi fena hâlde kandırmış arkadaşım," deyince De Vincenzo heyecanlanarak " Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" dedi.
       " Hayır, yok," dedi görevli.
       Bunun üzerine de Vincenzo'nun yüzü aydınlandı ve şöyle dedi:
       " işte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber!"
 
          *
       Tuzlu Kahve
 
Başkaları için kendinizi unutun, o zaman sizi de hatırlayacaklardır.
         Margaret Mead
 
       Genç kıza bir toplantıda rastlamıştı. Güzelliği karşısında büyülenmişti. Toplantının sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız toplantı boyu dikkatini çekmeyen delikanlının davetine şaşırdı ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin bir çay bahçesine oturdular.
       Delikanlı öyle heyecanlıydı ki kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hâli kızın da huzurunu kaçırdı.
       " Ben artık gideyim," demeye hazırlanırken delikanlı birden garsonu çağırıp, " Bana biraz tuz getirir misiniz?" dedi. " Kahveme koymak için,"
       Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz!
       Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.
       Kız merakla, " Garip bir ağız tadınız var," dedi.
       Delikanlı anlattı:
       "Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. 
Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam, hâlâ o deniz kenarında oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki!"
       Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri... Yuva kelimesinin manasını çok iyi bilen biri...
       Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu.Tatlı ve sıcak...
        Buluşmaya devam ettiler ve birbirlerine büyük bir aşka bağlandılar. Ve her güzel masalda olduğu gibi prenses ve prens evlenip ömürlerinin sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir  kaşık tuz da koydu, hayat boyu. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü. Kırk yıl sonra  adam dünyaya veda etti.
       " Ölümden sonra aç," diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Söyle diyordu satırlarında:
       Sevgilim, bir tanem, lütfen beni affet! Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet! Sana hayatımda bir kere yalan söyledim; tuzlu kahve...
İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun ? Öyle heyecanlı ve gergindim ki şeker diyecekken tuz çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken değiştirmeye o kadar utandım ki yalana devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca   düşündüm. Ama her defasında korkumdan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiç bir neden yok.
       İşte, gerçek. Ben tuzlu kahve sevmem.
 O garip ve rezil bir tat. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğuydu ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, her şeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün  hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim; ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da."
       Yaşlı kadının gözyaşları mektubu tamamen ıslattı.
       Lafı açıldığında bir gün biri, kadına, "  Tuzlu kahve nasıl bir şey? diye soracak oldu.
       Gözleri nemlendi kadının : 
       " Çok tatlı!" dedi. "Çok tatlı!"
          *
 
      Sadakat
 
Gençler sadık olmak isterler yapamazlar,
yaşlılar sadık olmamak isterler yapamazlar.
        Oscar Wilde
 
       Yaşlı bir adam sabah erken evinden çıkmış. Yolda ilerlerken bir bisikletlinin kendisine çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış. Sokaktan geçenler yaşlı adamı hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar.
       Hemşireler, adamcağızın yarasına pansuman yapmışlar ama, ' Biraz beklemesini ve röntgen çekerek herhangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini, ' söylemişler.
       Yaşlı adam huzursuz olmuş ve acelesi olduğunu, röntgen için bekleyemeyeceğini söylemiş.
       Hemşireler merakla  acelesinin nedenini sormuş.
       Adamcağız da, " Karım huzurevinde kalıyor, her sabah onunla kahvaltı etmeye giderim, geç kalmak istemiyorum," demiş.
       " Karınızın, siz gecikince merak edeceğini düşünüyorsuz herhalde," demiş hemşire.
       Adam üzgün bir ifadeyle, "Ne yazık ki karım Alzheimer hastası ve benim kim olduğumu bilmiyor," demiş.
       Hemşireler hayretle, " Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?" demişler.
       Adam buruk bir sesle, "Ama ben onun kim olduğunu biliyorum," demiş.
 
Kaynak:
"Menekşe Kokulu Hikayeler " Kitabı Yakamoz Yayınları