İlgide bilgide, sezgide görgüde

CENGİZ BAYSU 07/03/2024 - 08:18:02

    Efendim, filenin sultanları şampiyonluk üzerine şampiyonluk kazandılar ve bizlere de büyük mutluluk tattırdılar. Zafer Haftası’na bir zafer de kendileri kattılar. Düşmek bilmeyen performans, azim, kararlılık, şampiyonluk üzerine şampiyonluk… Binlerce teşekkür sizlere, Hepimizi gururlandırdınız, göğsümüzü kabarttınız. 
    Gelelim madalyonun diğer yüzüne: Bu ülkede TOKİ diye bir kuruluş var. Dayalı döşeli, geniş hacimli, manzaralı birer ev veremez mi oyuncusundan idarecisine kadar? “Türk Yıldızları” onlara havada eşlik edemez miydi? Federasyon bu kadar mı sessiz olur, bu kadar mı etkisiz olur? Neden özel uçakla getirtilmediler?
 
***                             ***                           ***
    1982 yılında Kıbrıs’a yüzbaşı olarak tayin olmuştum. Katıldığım haftanın sonunda Girne’deki Dome Hotel’in denize bitişik havuzunda bölükteki üsteğmenimle güneşleniyor, bazen de havuza giriyorduk… Üç hanım mayolarıyla geldi ve yanımızdaki şezlonglara uzandılar. Boyunları ve kolları dolu, adeta iki ayaklı veya mobil mücevher dükkânı… Olsa olsa bunlar Türk’tür, dedim ve öyle çıktı. Çantanız mı yok, malınızı mı sergiliyorsunuz?
 
***                       ***                        ***
    Giyim kuşam, süslenme ve aksesuar bütünüyle bir kültürü oluşturur. Koluna bilmem kaç bin TL’lik çantayı takıp kıyafetinin üzerine saç stilini oturtamayan, resmiyetin kabul ettiği renklerin dışına taşan, davranış biçimleri çizgi dışına kayan resmi görevdeki eşler sanki “dam üstünde saksağan” tiplemesini canlandırıyor. Ne kadar acı!
 
***                       ***                        ***
    Sofra âdabı da bunlardan biridir. Masa düzeni, masa örtüsü, odanın sıcak ortama dönüştürülmesi ve sohbet konuları… Yemek sırası ve bunlara uygun bıçak, kaşık ve çatallar, bardakların yerleri ile kullanım şekillerinin önemini belirtmeye gerek var mı? Bunlar mevcut olduğu halde kullanım şekline ve yeme sırasına uymayan kişinin sofra âdabından nasıl bahsedeceğiz? 
***                       ***                        ***
    Bazı gezgin, yazar ve resmi yabancı görevliler, Osmanlı evlerinde yemek davetlerine katıldıklarını, evlerde yaşam kurallarının uygulanmasında bazı uygunsuzluklar ve kibarlık budalalığı gördüklerini anlatmışlardır. Baron Dö Tot, katıldığı bir davette yemekle ilgili izlenimlerini anlatırken kibarlık taslamak isteyen hanımlardan birinin zeytini eliyle alıp çatala taktığından söz etmiştir.  
***                       ***                        ***
 
    Kestirmecilik, kolaycılık dedik ya, bir işe burnunu soktuğun anda ihale üstüne kalır. “Kaçma, karışma, çalışma” düsturu tırmalanmış olur. İstanbul’da vapurda yaşadığımız bir aksaklığı kısa notlar alarak maile dökecektim. Yanımda oturanlar şikâyetçiydi. Onlara, ilgili makamlara mail atmalarını, hatta önerileri varsa onları da iliştirmelerini söyleyince ihale üstüme kalmıştı.
   
 ---Abi hepsini sen yazsana! 
***                             ***                           ***
 
    Bir akşam resmi kuruluşun protokol yemeğinde davetliydim. Yemekte balık vardı. Yanımızda …..’nın özel kalem müdürü oturuyor ve yüksek sesle konuşup masaya hâkim olmaya çalışıyordu. Balık bıçağını kullanmayı beceremedi. Yemek bittikten sonra el yıkama taslarında sunulan sıcak suyu bir şeye benzetemedi, “Ben almayım” dedi. Yemek sonunda kivinin bıçakla soyulup dilimlenmesini de beceremedi. Ne var bunda diyebilirsiniz. 
    Önce bu kişinin bilmediği konularda etrafına bakarak nasıl hareket edildiğine dikkat etmesi gerekirdi. İlgisizliği ve bilgisizliği burada başlamıştı.  
Temsil ettiği makamın asaletini hissedemediği gibi bağlı olduğu amiri ……’nin de küçük düşmesine neden olmuştu. Bu da onun görgüsüzlüğüne işaretti.
 
***                             ***                           ***
 
    Şimdi Bodrum’dayım ve bir sergiyi geziyorum. Soyut ifadeyi anlamlandıran çizgiler ve renklerin olduğu bölümdeyiz. Sanatla pek ilgisi olmayan bir grup adam, tabloların önünde konuşuyorlar:
    ---Yav, iki çizgi bu tarafa iki çizgi o tarafa… Ne anlaşılır bundan?  Diğer bir kişi de benzer sözler yumurtladı ve biraz da renkler var, dedi.  Dayanamadım,
    ---Bir araç kendi çizgisinde gitmezse kaza olur. Hayatın çizgisi var değiştirilemez. Su kendi mecrasında ve yokuş aşağı kıvrımlı çizgilerle akar. Tabloda çok nesne, çok renk, ışık ve karanlık bölgeler var. Sizler tabloda gördüklerinizi senteze tabi tutun, yani birleştirin ve bundan sonuç çıkarmaya çalışın. Bir şeyler anlayabilirsiniz, demek zorunda kaldım. Yine ihale bana kaldı ve,
    ---Abi sen ne anladın, bize söylesene!  (Oysa tablonun önünde ve yerde açıklaması vardı.) 
 
***                             ***                           ***
    Bu olayları tahlil ederseniz görgüde çağ atladığımızı (!) görebilirsiniz. Tolstoy’un sözünü hatırlamalıyız:
    “Öyle zamanlar olur ki, nereye gittiğin önemini yitirir. kiminle gittiğin önem kazanır”