Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Savaş Hatıraları...!

GÜLDEN SÖKELİOĞLU 31/08/2023 - 09:21:31

       Büyük bir askeri deha olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bizzat katıldığı ve komuta ettiği Sakarya Savaşı'nda, 26 Ağustos 1922'de Büyük Taarruz ile başlayıp, 30 Ağustos 1922'de biten  Başkomutanlık Meydan Savaşı sonunda kazanılan zaferle ilgili ilginç anıları, Cevat Şenol'un yazdığı, "Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar" kitabından sizlerle paylaşmak istedim.

 

          *

 

       Bir aralık konu İstiklâl  Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu,- bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi.Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat bu kadro canını dişine takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı.

30 Ağustos bu ruh hallerinin eseriydi. Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:

-İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.

       Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, âdeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:

- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.

Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise  maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım. (1)

 

          *

 

       Yanına aldığı ilk er

 

       O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağları eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. Ona sordu:

- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?

       Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.

- Söyle niçin ağlıyorsun?

İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:

- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim?

Kemal Atatürk,erin omzuna elini koydu:

- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!

Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.(2)

 

          *

 

       Türk Orduları Başkomutanıyım

 

       Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı:

- Binbaşı mısınız?

- Hayır.

- Albay mı?

- Hayır.

- Korgeneral mi?

- Hayır.

- Peki nesiniz?

- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:

- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!..

General Sherril (3)

 

          *

 

       Mustafa Kemal'in ağzından Sakarya Savaşı Hatıraları

 

       Sırası gelmişken Sakarya Savaşı'na ait bir iki anımı anlatmak isterim:

 

       Bir keresinde İsmet Paşa'yı telefonla arayan Yusuf İzzet Paşa benimle görüşmek istediğini söylemiş. Telefonu bana verdiler:

" Beni aramışsınız, buyurun."

" Gizli emirlerinizi bildirmediniz. Yani geri çekilme gerekirse yönümüz ne olacaktır?"

       Çok sinirlenmiştim, daha savaşa girmeden kaçmayı düşünen bu komutana : " Paşa, paşa, gizli emrim senin kemiklerinin orada gömülmesidir, " dedim...

 

          *

 

       Savaş sırasında düşman, hatlarımızda tehlikeli bir gedik açmış,genişletiyordu. Bu gedik hemen kapatılmalı, düşman süngü hücumu ile geri çevrilmeliydi. Yedek kuvvetlerinin hemen oraya gönderilmesini istedim. Yedek kuvvetlerimiz kalmadı cevabını verdiler. Yalnız Giresunlu Osman Ağa'nın çetesi vardı. Onların da süngüleri yoktu. " Süngüleri yoksa bellerinde bıçakları vardır, düşman üzerine atılacaklar, onu eski yerine kovacaklardır" dedim.

       Bu kahraman çocuklar eğri bıçakları ile Yunanlıları eski yerlerine kadar sürdüler.

 

          *

 

     Sakarya'dan dönüşünde, Çankaya Köşkü'ndeki bir sohbet sırasında:

" Ben galiba en iyi şu askerliği yapabiliyorum" demiştim.

Bu savaşta iki şey buldum.

       Daha iyi atılmak için çekilmeler yaptığım sırada, sırt vere vere ta Ankara kapılarına geleceğimizi göz önünde tutarak, bu hat da elden giderse hangi hattı savunacağız, diye benden üzülerek soran bir komutana;

" Vatanı müdafaada hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. Bu satıh baştanbaşa vatandır..." yanıtını vermiştim. Bu formülü bir gündelik emirle  bütün orduya bildirdim.

İkincisi de bana Sakarya'da gelen şu düşüncedir

       " Hiçbir zafer gaye(amaç) değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük bir gayeyi elde etmek için gereken en belli başlı araçtır. Gaye, düşüncedir. Zaferin, bir düşünceyi kazandırdığı kadar değeri vardır. Bir düşünceyi kazandırmaya yaramayan zafer kalıcı olamaz. Her büyük meydan savaşından sonra yeni bir âlem doğmalıdır. Yoksa başlı başına boşa bir çaba olur."

 

          *

 

       Bir gün bana, "Programınız nedir?" sorusuna Napolyon'un;

" Ben yürürüm. Programım kendiliğinden çıkar," dediğinin hatırlatılması üzerine, "Ama o türlü giden sonunda başını Saint Helen kayalarına çarpar," yanıtını vermiştim.(4)

 

          *

 

       Savaş Emirleri

 

       Şükrü Kaya'nın, bir 30 Ağustos Bayramı gecesi sofrada:

" Paşam, İstiklâl Savaşı'nda Başkomutan sıfatıyla muharebelerde verdiğiniz emirler bir yerde toplanmış mıdır? sorusuna verdiği yanıt:

" Bir gün Kurtuluş Savaşı'nın, Milli Mücadele'nin askeri tarihini yazacaklar, belki de benim Başkomutan sıfatıyla verdiğim bir yazılı ve imzalı emrime rastlamayacaklardır. Savaş arkadaşlarım buradadır, hep bilirler, ben muharebede daima o cepheden bu cepheye gider, yapılması gereken hareketleri Komutanlara dikte eder, onlara not ettirir ve kendilerini de inandırdıktan sonra,

' Şimdi ordu birliklerimize derhal bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla bildiriniz...' derdim."(5)

 

          *

 

       Selanik

 

       Milli Mücadele henüz bitmiş, ordularımız Meriç sınırına dayanmıştı. Çankaya'da oturuyorduk. Atatürk'ün Selanik'ten çocukluk arkadaşı Nuri Conker dedi ki:

" Paşam, ne duruyorsunuz? Herşey elinizde. Selanik'teki eviniz boş duruyor. Bir sözünüzle orada oturabilirsiniz. Size kim engel olabilir?"

Atatürk,hepimizin yüzüne baktı ve şunları söyledi:

- Böyle bir hareket bütün Avrupa'yı aleyhimize birleşmeye sevk eder. Büyük bir mücadele iyi bir biçimde sona erdi. Tehlikeli bir maceraya atılamam." (6)

 

          *

 

       İstiklâl Savaşı'nda  vatanımızda özgür bireyler olarak yaşamamızı sağlayan, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, İsmet Paşa'yı (İnönü), diğer komutanlarımızı, Mehmetçiklerimizi, bu savaşta hayatını kaybeden  kadın-erkek, genç- yaşlı ve çocukları saygı, rahmet ve minnetle anıyorum.

 

       İstiklâl Savaşı sonunda şehitlerimizin ve gazilerimizin kanıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, sonsuza dek yaşayacaktır.

 

Kaynak:

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Kitabı- Cevat Şenol

(1)- Kaynak: Sadi Irmak, Ord Prof.- Atatürk'ten Anılar, 1978

(2)- Burhan Cahit Morkaya

(3)-Kaynak: General Sherril- Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, 1935

(4) Kaynak: Atatürk, Atatürk'ü Anlatıyor

 " Savaşan Meclis"/İbrahim M.Karakaş- Gülnur Aksop

(5)- Nejat Saner

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi - 13.11.1970

(6)-Hamdullah Suphi Tanrıöver

Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 16.11. 1941