Bugün hemen hemen aynı dönemde sorumluluk almış iki önemli ismi anlatmak istiyorum size.
Bir döneme damgalarını vurmuş isimler.
78 kuşağı dediğimiz kuşak, anlatacağım bu iki önemli insanı yakinen bilir.
Biri Sendikacı, diğeri Belediye Başkanı.
Sendikacı olan Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç.
14 Ocak 1974 tarihinde, Genel Başkan Seyfi Demirsoy vefat edince,
Genel Sekreter Halil Tunç Türk-İş Genel Başkanlığına, Sadık Şide’ de Genel Sekreterlik görevine atandı.
Halil Tunç 1979 yılı Nisan ayına kadar Türk-İş'in başkanlığını sürdürdü..
Kendi isteğiyle bir daha aday olmadı, ayrıldı.
Partiler üstü sendikacılık kavramının fikir babasıdır.
Şalter indirmek teorisini pratiğe geçiren ilk ve hatta son sendikacı ünvanına sahiptir.
Şalter indirmek öyle kolay bir iş değildir.
Şalteri indirecek kişinin biraz deli olması lazım.
Delilik öyle akıl hastalığı anlamında değil tabi.
Görevine, davasına, ideolojisine inanan, tutkuyla bağlı olan her insanda bu delilik dediğimiz şey mutlaka vardır.
Şalter indirmek aynı zamanda genel grev demektir.
Ancak geçmişte sadece yiğit bir sendikacı bu şalteri indirebildi.
Günümüzde ILO Sözleşmelerinin doğrudan uygulanırlığı sayesinde genel grev yasaldır ve meşrudur.
Fakat 1975 yılında genel grev yasaktı.
O günlerde Türk-İş dönemin hükümetlerinin arka bahçesi değil, partiler üstü sendikacılığa doğru yelken açmıştı..
1975 yılında emeğe yoğun saldırılar yaşanıyordu.
Gündem gene kıdem tazminatlarımızdı.
Patronlar kıdem tazminatına bir tavan getirilmesini, ardından fon kurulmasını istiyorlardı.
Patronların lokavt saldırıları başlamıştı.
İzmir ve Turgutlu'da 23 işyerinde lokavt başlatılmıştı.
Halil Tunç yaptığı açıklamada, ‘16 Haziran 1975 Pazartesi günü saat 06 ile 14:00 arasında işimizin başında oturup, çalışmayarak uyarı direnişinde bulunacağız’ dedi.
Türk-İş'in 16 Haziran 1975 Pazartesi günü İzmir'de gerçekleştirdiği bölgesel genel grev,
veya ‘Emeğe Saygı Direnişi’, Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç'un İzmir kentine elektrik veren ESHOT'ta şalteri indirmesiyle başladı.
Halil Tunç’un elektrik dağıtım merkezinde şalteri indirmesiyle başlayan uyarı direnişi,
İzmir’de büyük etki yaptı. 8 saat süren direnişe 80 bin işçi katıldı. Zaten şalter indirilmemiş genel grev, genel grev değildir.
Türk-İş'e bağlı 24 mahalli sendika ve şube bu eyleme katıldı.
Bakın şalterin indirilmesiyle birlikte neler yaşandı?
İzmir'de elektriğin kesilmesiyle birlikte kent susuz ve elektriksiz kaldı. İzmir radyosu da yayınına ara verdi.
Belediye otobüsleri, vapurlar ve banliyö trenleri durduğundan, kent içi ulaştırma dolmuş ve özel araçlarla sağlandı.
TCDD'nin vagon ve lokomotifleri hangarlardan çıkarılmadı.
THY'nin İzmir-İstanbul ve İzmir-Ankara seferleri de iptal edildi.
Hastanelere acil olaylar dışında hasta alınmadı.
Ancak hastalara yemek çıktı ve bakımları yapıldı.
Doktorlara ise yemek çıkarılmadı. Büyük Efes Oteli'nde çalışanlar da 8 saatlik işbırakımına katıldılar.
Bu nedenle TİSK Başkanvekili Refik Baydur'un basın toplantısı bu otelde yapılamadı.
Fabrikalarda üretim büyük ölçüde durdu.
Olan valiye oldu, valiyi görevden aldılar.
Bir eylemin genel grev olabilmesi için hayatı durdurması gerekir.
Genel grevin hayatı etkileyebilmesi, hayatı durdurabilmesi için de başta enerji olmak üzere telekomünikasyon ve ulaşımında durması gerekiyor.
Şalterin inmesi zaten birçok şeyi hallediyor.
Önemli olan o şalteri indirecek sendikacı.
Halil Tunç’un şalter indirdiği günleri, ibretle anımsıyoruz.
Sendikal hareket önderliği ciddi bir iştir.
Özerk bir duruş ve tutarlı bir kararlılık ister.
Tutarlı kararlılık, siyasi eğilim ve partilerin politika ve uygulamaları karşısında,
emekçilerin istek, beklenti, tercih ve ideallerine göre tavır almayı gerektirir.
Açık mikrofonların azizliğindeki önderlik sosyal muhataplarınca hafife alınır.
Sendikacılar ikiye ayrılır.
Rahmetle anılacak olanlar ve lanetle anılacak olanlar olmak üzere.
Halil Tunç Ağustos 2002'de 74 yaşında vefat etti, rahmetle anıyorum, ruhu şad oldun.
Halil Tunç ve arkadaşlarını saygıyla anıyorum.
İkinci anlatacağım isim Vedat Dalokay.
Çocukluk ve gençlik yıllarımda adını çok sık duyduğum bir Belediye Başkanıydı.
Bu yazımda biraz ondan bahsetmek istiyorum.
Kıyaslama açısından belki faydası olur.
Vedat Dalokay Sosyal Demokratlığın ötesinde Sosyalist bir Mimardı.
1973 Yerel Seçimlerinde Ankaralı seçmenlerin yüzde 62'sinin oyunu alarak,
CHP'den Belediye Başkanı oldu, bu görevi 1977 yılına kadar sürdürdü.
Ona ‘Göbekçi Dalokay’ derlerdi.
Ankara ulaşımını kavşaklar yoluyla düzenlemesi nedeniyle böyle deniliyordu.
Sıhhiye'deki ‘Hitit Güneşi Anıtı ve Lozan Meydanı’ Dalokay'ın eseridir.
Göbek yapmak için Genel Kurmay’ın bahçesine bile kepçe ile girmişti.
Kendisine kızan Genel Kurmay yetkililerine,
‘Kıbrıs’tan o kadar yer aldınız, 8 metrenin lafı mı olur?’ diye espri yapmıştı.
Atatürk bulvarını genişletmek için ABD büyükelçiliğinin duvarını yıkmıştı.
İki metre içeri girince Amerikan toprağını işgal etmiş gibi kriz çıktı.
Ankara belediyesinin amblemi onun döneminde Hitit güneşi olarak kullanılmaya başlandı.
Altınpark, Abdi İpekçi, Kuğulu ve Seğmenler Parkları onun başkanlığı döneminde yapıldı.
Uydukent, Batıkent projelerinin mimarıydı.
Dalokay, Belediye başkanlığını 1977 yılında yüzde 52 oyla seçilen Ali Dinçer'e bıraktı.
Siyaset ve yönetimde tekrar etkin bir görev almadı.
Vedat Dalokay seçildiğinde iki ay üst üste, mayıs ve haziran aylarında işçilerin maaşını ödeyemez hale gelmişti.
Başbakan Süleyman Demirel’di ve CHP’li Belediyelere göz açtırmıyordu.Ecevit buna ‘Türk’ün Türk’e ambargosu’ demişti.
İşte tam o günlerde, Vedat Dalokay, yolda dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in arabasının geçtiğini görür.
Hemen kendisini arabanın önüne atar.Demirel mecburen durmak zorunda kalır.Dalokay, meramını anlatır.
‘Maliye Bakanlığının kesintisi nedeniyle 6 bin 500 işçimin maaşını iki aydır ödeyemiyorum.’ der.
Demirel, istemeyerek de olsa ödeme sözü verir ama o söz bir türlü tutulmaz.
Dalokay, deli adam.
Bu makamlarda mücadele edecek adam da biraz delilik olacak.
Sadakat bir şey kazandırmaz insana.
İnsanlık sadakatsizler sayesinde ilerliyor, gelişiyor.
Nitekim Dalokay, işçisi aç kalacaksa kendisi de aç kalmaya karar verir.
Bunun için de üç günlük açlık grevine gideceğini duyurur.
Gerekçesini şöyle açıklar,
‘Aylardır ücretlerini alamamış işçilerimiz ve çoluk çocuğu aç iken,
onların oylarıyla işbaşına gelmiş başkan da onların sıkıntısını ve derdini paylaşacaktır.
İnsanlığın bir parçası olarak bağımsızlıkları için Vietnam’da, Afrika’da ve Pakistan’da,
sellere kapılmış insanlara nasıl yardıma koşmuşsak,
sokağı süpüren aç insanın yanında da olmam gerekiyor benim.
Onların açlığını, sıkıntısını ve sorunlarını paylaşacağım.
Başbakanı, başkanı tok, işçisi aç bir ülke olamaz.
Simgesel de olsa bu amaçla açlık grevine gidiyorum...’
Açıklamayı yaptığının ertesi günü, yani 29 Temmuz 1975 günü, makam odasına attırdığı somyanın üzerinde açlık grevine başlar.
Dalokay’ın kararlılığı karşısında hükümet, geri adım atar ve açlık grevinin ikinci gününde işçilerin maaşlarını öder.
Dalokay ise verdiği sözün gereği olarak açlık grevini üçüncü günün sonunda bitirir.
Bu ülkenin Başkentinde yaşandı bu eylem.
Hem de kentin en üst yöneticisi tarafından.
Dalokay’ın deliliği bununla sınırlı değil tabi.
Bir gün Belediye binasına satılık pankartı astırmıştı.
Diktatör Franco’yu protesto için İspanya Elçiliğinin suyunu, elektriğini ve havagazını kesmesi ise unutulamaz.
Franco diktatörlüğü, dünya kamuoyunun protestolarını dikkate almayıp,
beş İspanyol devrimci gencini idam ettiğinde, İspanya’nın Ankara Büyükelçiliği'ne şu mektubu yazar.
‘Ankara Belediye Başkanı olarak, Ankaralılar adına kendi ulusunun çocuklarını öldüren devlet yöneticilerini kınadığımı,
cinayetlerin en çirkinine kurban giden beş İspanyol genci için tutulan yası vurgulamak,
ve Ankara halkının İspanya halkının acısını paylaştığını, özgürlük mücadelesini desteklediğini simgelemek amacıyla,
bir hafta süreyle İspanya Büyükelçiliği’nin hiçbir belediye hizmetinden yararlanamayacağını duyururum.
Özgürlük uğruna hayatlarını kaybeden beş gencin anısına duyduğum saygıyla.’
Süt projesi, toplu taşımacılık, tanzim satışlar ve gecekondu halkı için ürettiği Akkondu projesi,
belli bir dönem tüm ekmek fırınlarını belediyeye işletmesi gibi projelerin sahibi.
21 Mart 1991 yılında eşi ve oğluyla birlikte trafik kazasında yaşamını yitirdi.
Ruhları Şad Olsun!
Uğur Mumcu ölümünün ardından şu satırları yazmıştı.
‘Güleç yüzlü, hayat dolu, renkli, sevecen, hoş bir insandı Dalokay.
Bu dünyadan geldi ve geçti.
Coşunca Nazım'dan dizeler okur ve 'Nazım'ın heykelini dikeceğim' derdi.
Belediye başkanıyken Deniz Gezmiş'in mezarından aldığı bir avuç toprağı,
Moskova'da Nazım'ın mezarına serpince de kıyametler koparılmıştı. Ey koca deli Vedat... Güle güle...’
Hey gidi Halil Tunç, hey gidi ‘deli Vedat’ hey!
Bugün böyle tavırları koyabilecek Sendikacılar, Belediye Başkanları var mı?Aradan 50 yıl geçmesine rağmen maalesef yok!Hoş kalın, İnançla ve Dirençle kalın!