Zeytinli Ev*

Hatice Yücel 07/06/2017 - 17:41:39

Şükürler olsun ki beş kuşağın yaşadığı yetmiş metrekarelik eski taş evde, iki yüz metrekarelik bir avlunun içinde yaşayıp geldim bu günlere. Turgutreis Caddesiyle, Gerence Sokağıyla, Türkkuyusu Mahallesinin kesiştiği yerdeki Çavuşlar Çıkmazındaki “Zeytinli Ev” tabelam da var şimdi. Aslında koruma altındaymışım. Güneş, doğuşundan batışına kadar, bütün bir gün beni bırakmaz. Gerence’den gelen Akdeniz meltemi de serinletir içimi. Toprağımsa, köklerini alır, derinlere Antik Çağlara gider. Asıl mutluluğum, benimle burayı paylaşan insanlarla.

Ne yani, altı üstü iki dalın kalmış şurada diyenleri biliyorum. Üstüne kuşlar bile konmuyor diyenleri de. Kurtlu zeytinlerinse taşlarımı kirletiyor diyen hanımı da. Beni elden ayaktan düşmüş, yaşlı bir ağaç gibi görüyorlar. Sökmeye kalksalar başına geleceklerden haberi yok. Şu gövdemin her kıvrımında, yumrularımda yüzyıllar saklı. İçin için çürür ya her şey ben, için için yanarım. Dayanıklılığımla kim yarışabilir? Her şeye rağmen yaşamın erdemine inanmışım bir kere. Beni görecek göz, duyacak kulak, tadımı anlayacak dil, bana değecek el kalmasa da, geçmişimi geleceğe taşıyacağım.

Hak yemeyi sevmem. Beni mitleştiren, kutsallaştıran dostlarım var. İşte ilk sahibim İsmail. Tarımla uğraşır. Dağlardan iki deli zeytin getirip birini incir tarlasına, dere başına, birini de evinin göbeğine dikmiş. Asker dönüşü aşılamış ikisini. Korumuş, büyütmüş çocuğu gibi. İlk çekiştelik zeytini, evlendiği yıl almış. Uğur kabul etmiş onu yuvasına. Gölgem altında neler olmadı ki? Gündüzleri mermer yalaklarında çamaşırını, çocuklarını yıkadılar. Buğday kırdılar, yemek yediler, oynadılar, uyudular. Geceleri ise tavukları tünedi dallarıma. Misafirim oldu. Kuluçkadan çıkan civcivlerin sesini ilk ben duydum. Evin içinden çok, benim altımda mutlu oldu hepsi. Çocukların doğum çığlığını da, ölenlerinin ağıtlarını da duydum. Bunlar bile benim yapraklarımı dökemedi.

İlk sahibimin sessiz eşi, genç yaşta ölüverip de dört çocuk annesiz kalıverince ortada, sarsıldım. Gövdemdeki ilk yumru o gün oluştu. Ölen eşinin kardeşi Ummuhan girince haneye ferahladım. Dallarım genişledi. Kol kanat oldum onlara. Ummuhan’la özelliklerimiz çakışınca, daha çok tutunduk birbirimize. Omuz omuza götürdük hayatı. Dört çoçuk da Ummuhan’dan olunca, İsmail katlanamadı hayata. Kaldı mı Ummuhan sekiz çocukla. Ben girdim yine araya. İki saatlik uzaklıktaki, elli dönümlük zeytinliklerine yönlendirdim Ummuhan’ı. Zeytiniliği eş dostla işledi, topladı, yedi, sattı derken besledi, büyüttü çocukları. Kayıpları olsa da direndik kalanlarla.

İkinci kuşak Hüseyin’le, sabırlı eşi Zarife’ye kaldı hane. O da anneleri gibi zeytin sever. Dedesi sünnetliğinde ona, tarladaki ikizimi vermiş. Daha sonra tarla başkasına geçse bile, o hep Hüseyin’in olmuş. Bir zaman gelmiş ki hesap tutmamış. Belediye, oradaki yolu genişletirken, benim ikizimi greyder söküp atmış. Çevresindeki halk, dalını budağını talan etmiş. Hüseyin’in isyanı fayda etmemiş. O güne kadar kimse zeytine böyle bir ihanette bulunmamış. Hüseyin bunu, babasının ölümü gibi, yıllarca unutamadı. Sanki çocukluğu gitmişti. Yalnız zeytin miydi giden? Derenin sesi, kuyu başı keyfi, ne dallarına kurulan salıncak, ne de saklambaç oynadıkları alan vardı. Yılda verdiği bir küp zeytinyağı da sofralarından çalınmıştı. O yetmiyormuş gibi, çocukluklarının geçtiği elli dönümlük zeytinlik, o yıl temmuz sıcağında cayır cayır yanmıştı. Kim yaktı, neden yaktı hala bilinmez. Zamanında oradan develerle gelirdi zeytinleri. Evlerinin karşısındaki yağhanede sıkılır, küpleri yağla dolardı. O gece mahalleli inciri, ilk kez sıkılan yeni zeytinyağına batırıp şifa niyetine yerdi. Böylece kutlamış olurlardı bizden aldıkları verimi. Lambalarının gazı bitse, zeytinyağı imdada yetişirdi. Kullanılmış yağlarımsa sabun olurdu. Budaklarımı hayvanları yerdi. Hüseyin’e bir sıcak ekmekle, bir tabak zeytin olsun yeterdi. Bir tanesini ziyan etmekten korkardı. Öpüp başına koyduğu ekmeği gibiydi. Sonraları, torunlarına örnek olsun diye çok zeytin örnekleri anlattı.

Bugün başınıza gelenler, bu ulu zeytin ağaçlarının laneti olmasın, Nuh’un gemisine bile bir güvercin ağzında girmeyi başarabilen zeytin ağaçlarının başına gelenler!

Yıldığımı sanmayın. Bize umutsuzluk yakışmaz. Bak, Hüseyin’in kızı Fatma, üçüncü kuşak olarak evi ve bahçeyi elden geçirtti. Yıkmadı, bozmadı. Bir taşı, bir dalı bile ziyan etmedi. Hüseyin’in torunu Devrim, zeytinli evin mimarı ve isim annesi. Son kuşak için de, dört zeytin fidanı dikerek beni yaşatacaklarmış. Ölümsüzlük bu olsa gerek.

Bitmedi öyküm. Böylece, Özüm-Mert, Deniz-Yiğit de zeytin severlere eklendi. Zeytin toplama mevsiminde sepete koydukları her zeytin, onlara çok sevdikleri zeytinli kekin kokusunu ve tadını çağrıştırıyor. Hele Kıbrıslı Deniz, ninesinden öğrenmiş olmalı, yapraklarını bir toprak kapta yakarak evin içinde dolaştırıyor, kötülükleri alıp götürsün diye.

Her tanem için teşekkür ederim Mutlu ailesine. Beş kuşaktan gelen sevgilerini, bana olan güvenlerini korudukları için. Beni kendilerinin bir parçası saydıkları için. Bana emek verdikleri için. Bana, sizi yaşamın ötesine taşımama izin verdikleri için. Toprağımı, suyumu, güneşimi çalmadıkları için. Onların hamurunda ben varım.

Siz insanoğlu mu? Sizden ne istiyorum biliyor musunuz? Gölge etmeyin, başka ihsan istemem.

 

*Hatice Yücel’in Zeytinli Ev hikayesi, Zeytin Dostu Derneği’nin Türkiye çapında düzenlediği yarışmada 2. seçildi.