‘TELGRAFIN TELLERİYLE’

Kemal Özcan 05/01/2022 - 08:20:18

Kurtuluş savaşının ismini duymadığımız sayısız kahramanları vardır.
Dünya şairi Nazım Hikmet’i tanırız da, Kuvayı Milliye destanında bahsettiği Arhavili İsmail kaptanı tanımayız.
Onu da Nazım Hikmet şiirinde anlattığı kadar biliriz.
Mesela Fatsalı Halim Efendi’yi çoğumuz bilmeyiz.
Okullarda tarihi öğretirlerken bu kahramanları saklarlar, onlardan bize bahsetmezler. 
Yaşamını bir şekilde kimsenin haberi olmadan feda eden bu kahramanları şükranla anıyorum.
Gelelim Arhavili İsmail Kaptan’a…
Arhavili İsmail Kaptan Batum'dan askeri birliklere kaçak mermi ve silah taşımaktadır.
Şiirde mitralyözlerle (ağır makineli tüfek) dolu bir takada seyahat eden İsmail Kaptan, 
 mitralyöz taşıyan takaların birinde bulunmaktadır. 
Ancak deniz aniden büyür ve büyük bir fırtınaya yakalanır. 
Kendini kurtarıp sağ salim karaya çıkma fırsatının olmasına rağmen,
mitralyözü teslim edemedikten sonra yaşamın bir değeri olmayacağına inanarak,
‘Ya mitralyöz ile beraber karaya çıkarım, ya da ikimizde boğulur gideriz ‘ diyerek fırtınada kaybolmuştur.
Takanın, Kerempe Feneri'nin 20 mil açığında denize gömüldüğü söylenir.
Arhavili İsmail Kaptan’ın başına gelenler tam olarak bilinmese de, 
o benim gözümde ilk kurşunu atan gazeteci Hasan Tahsin gibi bir feda kahramanıdır.
Aslında rivayete göre ‘İsmail’ Kurtuluş Savaşında Atatürk’e silah götüren Arhavililer arasında belirli bir isim değildir. 
Usta şair kendi arkadaşının adını Arhavili kahramanlara ithafen kullanmış. 
Bilindiği gibi Nazım Hikmet kendisi de belli bir dönem Hopa cezaevinde tutuklu kalmıştı.
İsmi ne olursa olsun buradan Arhavili tüm kaptanlara selam olsun!
Ruhları Şad Olsun!
Zülfü Livaneli'nin 1978 yılında çıkardığı Nazım Türküsü albümünde,
Nazım Hikmet'in şiirinden derlenmiş ‘Arhavili İsmail’ adlı şarkısı şu sözlerle başlıyor.
‘Dümende ve baş altlarında insanlar vardı ki; 
bunlar, uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki; 
sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için, 
hiç kimseden hiç bir şey beklemeksizin bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler.’
Taka yüklü cephane Trabzon'a varacak
Düşmana rast gelirse takayı batıracak
Bak Rize'ye Rize'ye selam olsun gaziye..
Elli de sefer ettik Kuvayı Milliyeye
Of sürmene- Araklı biz geldik Trabzon'a,
bin kaptan kurban olsun kurtuluş savaşına…’
Kimisi Trabzon'a vardı, çoğu da düşmana rast gelip takasını batırdı.
Bin değil, beş yüz bin kaptan kurban oldu kurtuluş savaşına.
Velhasıl, Nazım Usta’nın dediği gibi Karadeniz mitralyöz yüklü takasını batıran kaptanlarla dolu.
Peki o kaptanların torunları bugün ne yapıyor?
Ya Cumhuriyeti yıkmaya ya da yıkmaya çalışanlara sessiz kalıyor.
Öyle kolay kurtarılmadı bu vatan!
Onlara sahip çıkmayı, minnettarlığı filan geçtim, 
bu ülke için bir saniye bile düşünmeden canını veren o insanlara hakaret etmekten çekinmiyorlar.
Bu güzel destanı ne zaman okusam en çok da Arhavili İsmail’i okurken durur, dakikalarca düşünürüm. 
İçimi acıtır, yüreğimi burkar İsmail’in ve nice isimsiz kahramanların akıbeti.
Hey gidi İsmail kaptan heyyy!
‘Pupa yelken giderken cigarasını yaktı...
Arhavili İsmail 
bu ölen teknedendi. 
Ve şimdi 
Kerempe Fenerinin açığında, 
batan teknenin kayığında 
emanetiyle tek başınadır, 
fakat yalnız değil: 
rüzgarın, 
bulutların 
ve dalgaların kalabalığı’
Bu şiirin en can alıcı dizesi ise ‘Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine!’
Evet İsmail, kendi kavgasını veremediği bir hayata yabancı olacağı için yoluna devam etmemiştir.
Bu dünyaya neden geldiğimiz konusuna girmeyeceğim ama inandığım bir şey varsa, 
o da bu dünyada aklımızı kullanacak ve kendi kavgamızı verecek cesarete sahip olduğumuz sürece özgür kalacağımızdır.
12 yıl mahpus yatan Nazım Usta’yı böyle özgür kılan, 
bu dünyada kendi kavgasını vermiş olmanın vicdanında yarattığı rahatlıktır.
Hayat denen bilinmezde her an boşluğa düşer, bazen de pes edersiniz. 
Böyle durumlarda Arhavili İsmail'in o müthiş hikayesini okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Fatsalı Halim Efendi’ye gelince o da bir Karadeniz yiğidi.
Kurtuluş Savaşı zamanında emperyalistler Kurtuluş Savaşı’ndan önce
Anadolu da ki tüm haberleşme kaynaklarını kesmişti. 
Haberleşme ağının çok zayıf olduğu o günlerde en kuvvetli iletişim kaynağı telgraf sistemiydi.
Maalesef telgraf sistemini de tahrip ettiklerinden, Anadolu ile iletişim çok zor şartlar altında sağlanıyordu. 
Bu süreçte binlerce kahraman haberci devreye girdi. 
Bu kahramanlar bedel ödemeyi göze alarak iletişimi sağladılar.
Bu kahramanlardan birisi de Fatsalı Halim Efendi’dir!
Fatsalı Halim Efendi telgrafçıdır.
Çekilmesi gereken çok önemli bir telgraf sırasında,
kopan telgraf hatlarını onarmaya çalışır, lakin eldeki malzemelerle kopan telgraf tellerini birleştiremez.
Oysa iş çok acildir, bir çare bulmalıdır. 
Düşünür, aklına gelen çözümü hemen uygulamaya girişir. 
Kollarını sıvar ve yakındaki su birikintisine batırarak iyice ıslatır. 
Bir eliyle telin bir ucunu, öbür eliyle diğer ucunu tutar, her ikisini de ellerine sıkıca dolar. 
Doğrulur ayağa kalkar ve  dimdik durur. 
Telgraf hattının eksiğini, ölümü göze alarak böyle kollarıyla tamamlar. 
Akımı vücudundan bu şekilde geçirerek telgrafın yerine ulaşmasını sağlar,
ve Kurtuluş Savaşı’nda çok önemli bir mesaj geçilmiş olur.
Bu Kahramanlığı Kurtuluş Savaşı’nda başaranlar
Bizlere şu mesajı vermişlerdir, ‘Yapılmaz, olmaz diye bir şey yoktur!’
Yani her şey mümkündür, yeter ki insan istesin…
Anadolu halkları böyle vatansever kahramanların yaratıcılığıyla Kurtuluş Savaşını kazanır.
Savaştan sonra yabancı bir gazeteci Atatürk’e zaferi nasıl kazandınız? diye sorunca,
Atatürk şu yanıtı verir ‘Telgrafın telleriyle’
Bu topraklarda kahramanlık hikayeleri bitmez.
Bugün iki Karadenizli yiğidin hikayesini paylaştım.
Son olarak da Laz Oğlu Muhammed Bey’in hikayesini de paylaşayım olsun bitsin.
Mısır’daki Osmanlı donanmasında bulunan Laz Oğlu Muhammed Bey, emrindeki adamlarla birlikte,
Fransız ve İngilizlere karşı canları pahasına savaşmış ve Kahire’de bir katliamı önlemişler.
Şehit düşen Laz Oğlu Muhammed Bey adına Mısırlılar bir heykel yaptırmış,
ve Kahire’nin bu en güzel mahallesinin meydanına da ‘Laz Oğlu Meydanı’ adını koymuşlar…
Bana ilginç geldi, sizce de ilginç değil mi?
Tüm enerjimizi, emeğimizi daha hakça bir düzenin var olması için harcayalım, olmazı olduralım.
Hakça bir düzen dedim de, Şeyh Bedreddin düştü aklıma.
‘Ay ve güneş herkesin lambasıdır, hava herkesin havasıdır, su herkesin suyudur. 
Ekmek neden herkesin ekmeği değildir?’ diye soran Şeyh Bedreddin’i anmadan geçemeyeceğim. 
Yüzyıllar öncesinden Şeyh Bedreddin bu soruyu sordu.
Cevabını da biliyordu ama yıllar sonra Ahmet Arif şiiriyle cevap verdi.
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü, Adiloş bebem…’ dedi.
Bunlar halkların emeğini çalan emperyalist işgalciler ve onların işbirlikçi iktidarlarıdır! 
Hoş kalın, İnançla ve Dirençle kalın!