SESİMİZİ DUYAN YOK

Kemal Özcan 14/02/2023 - 08:15:58

Deprem olduğunda gece vardiyasında çalışıyordum.
Saat 04 sularında arkadaşlarla çay içerken bardakların içindeki çayların sallandığını fark ettim.
‘Arkadaşlar deprem oluyor!’ dedim.
Kazan Operatörü Yücel Usta ‘bazen değirmenler vibrasyondan sallıyor’ dedi.
Yaklaşık 2 dakika sonra bardaktaki çayların salınımı durdu.
Daha sonra öğrendik ki, merkez üssü Kahramanmaraş Pazarcık ilçesi olan 7,4 büyüklüğünde bir deprem olmuş.
Maraş nere Yatağan nere?
Tüm Türkiye’nin hissettiği, etkilendiği korkunç bir deprem olmuş.
Hemen Diyabakır’da öğretmenlik yapan kızımı aradım, 
şoka girmişti ama 8’nci kattan binanın dışına çıkmıştı..
17 Ağustos 1999 Marmara depremini hatırladım.
O gün Marmaris Çubucak çadır kampında deniz kenarında oturuyorduk.
Saat 03.02 sularında çarşaf gibi olan denizde birdenbire büyük dalgalar patlamış kaçışmıştık.
Yerin altındaki uğultu, ölüm olup üzerimize çökerken, yıkıntılar altında 20 bin insanımızı bıraktık.
On binlerce ölü, yüzbinlerce evsiz ve yaralı.
Aradan 24 yıl geçti, bugün de 17 Ağustos 1999'da olduğu gibi depremlere karşı hazırlıksız durumdayız.
Yıkıntılar arasından devlet nerede haykırışları yükselmişti.
Oysa devlet oradaydı.
Depremler devlet gerçeğinin en çıplak hale geldiği gündür.
Depreme hazırlık, medya şovlu ‘acil kurtarma ekibi kurduk’ propagandalarına
indirgenmiş durumda.
17 Ağustos 1999’daki depremde kurtarma çalışmaları sırasında en çok söylenen bir söz vardı.
Sesimi duyan var mı?
Her duyduğumda aklıma o korkunç depremi getiren çaresizliğin ve acının sözlük anlamı olan cümle.
Ve tabi utancın da.
24 yıl sonra o sabah yine bu cümleye uyandık.
Sesimi duyan var mı?
Büyük bir bölgeyi etkisi altına alan büyük bir deprem yaşandı.
Gene gecenin bir yarısında, büyük bir gürültü, ardından yıkılan evler, yitirilen canlar.
Onca vergiler, hazırlıklar, tatbikatlar ve beylik laflardan sonra geldiğimiz yer,
maalesef sesimizi duyan yok!
İnsanlar hala yıkıntıların, molozların altında ölmeye devam ediyor.
Tamam doğal afettir, şiddeti büyüktür, şudur budur ayrı mesele. 
Böyle mi olmalıydı, bu muydu 99'dan bu yana yaptığımız hazırlıklarımız?
Deprem, sel, fırtına, yangın, çığ düşmesi yani tüm doğa olayları,
ve akabinde yaşanan tüm felaketler günümüz teknolojileriyle öngörülebilir ve önlenebilir durumda.
Ancak bu kapitalist sömürü düzeninde pek mümkün değil.
Fizik bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ali İhsan Göker,
‘deprem ve binalar öldürmez Allah öldürür.O da eceli geleni.
Depremde ölenler Mars’ta bile olsa öleceklerdi’ demiş.
Fizik hocası böyle olan bir ülkenin başı elbette beladan kurtulmaz.
Son 20 yılda üniversitelere atananlar ve dağıtılan unvanlar incelenmeli.
Zihniyet bu olduğu için bugün binlerce insan enkaz altında ölümü bekliyor.
Bu zihniyet değişmedikçe daha da büyük acılar yaşamaya devam ederiz.
Önlemleri almakla yükümlü olanlar, suçu ‘ilahi takdire’ yükleyip, aradan sıyrılmak istiyorlar.
Aynı kişiler Japonya’da bir depreme yakalansaydı gene de ölürler miydi acaba?
Bu ülkenin geldiği cehaleti çok fazla hafife alıyoruz.
Ülke tarihinin en karanlık döneminden geçiyoruz.
Depreme karşı tedbir almak, binaları sağlam yapmak Allah’a karşı gelmek midir?
Yüzlerce koruma ve makam aracıyla gezenlere ne demeli?
Tabi ki eceli gelen ölecek ama binalar deprem yönetmeliğine uygun yapılsaydı yıkım az olurdu.
Sen tedbiri al takdiri Allah’a bırak!
Kader planıymış, takdiri İlahiymiş!
Kendilerine suçlamasınlar diye böyle sözlerin arkasına sığınıyorlar.
Önceleri Japonya’da depremlerde insanlar ölüyordu, bugün neden ölen olmuyor?
Kapitalizmin kar hırsı, faşizmin halk düşmanlığı bugün binlerce insanımızın katilidir.
Çimentosu demiri yeterince olmayan buz gibi beton kalıplarının arasında sıkışıp kalmak çok kötü.
Kurtarma ekipleri mucize diye diye bir kalıyorlar.
Halbuki biz mucizeler yaşamayı değil, mucizelere ihtiyaç duymadan yaşamak istiyoruz.
Depremin üzerinden günler geçmesine rağmen hala ulaşılamayan yerler var.
Deprem, yapılaşmanın olmadığı bir ortamda normalde insan ve canlılara zarar vermeyen, doğal bir yer hareketidir.
Ne zaman ki insanoğlu taş ve tuğla ile ev, bina yapmaya başladı,
ne zaman ki yapılarda kullanılan demiri, çimentoyu, kireci vb. keşfetti,
ne zaman ki bulunduğu bölgenin deprem yönetmeliklerine aykırı binalar yapmaya başladı,
işte o zamanlardan itibaren depremler insanlar için korkutucu olmuş,
ve insanları buna uygun tedbirler almaya zorlamıştır.
Kağıttan kuleler gibi bir anda yıkılıp gitti beton evler, arasındaki her şeyi ezerek üst üste bindi katlar.
Gülüşleri yarım kalan çocuklar, çocuksuz kalan ana babalar... 
Tüm ailesinin toprak altına gömülüşüne tanıklık etmek zorunda kalan insanlar.
Halkımızın yüzde 70’i 1.ve 2. derece deprem bölgesinde yaşıyor.
Depremde ölümlerin sorumlusu kader değildir.
Kör müydünüz, sağır mıydınız bu tabutluklar inşa edilirken?
Göz göre göre on binlerce insanımızın ölümünü hazırladılar.
Nerde bu devlet?
Sesimi duyan var mı?
Ne çok soruldu bu sorular.
Yerin üstündekiler bile yetkililere seslerini duyuramıyor. 
Çığlıklar bir karşılığı yok. 
Ben böyle bir tükeniş görmedim.
Çok şükür ucuz atlattık mı diyelim? 
Yoksa Allah daha beterinden korusun mu diyelim bilemedim.?
AKP sözcüsü Ömer Çelik ‘Cumhur ittifakı olarak sahadayız’ demiş.
Çok şükür Cumhur ittifakı sahadaymış!
Peki devlet nerede?
Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminden sonra devlet ile parti, parti ile devlet iç içe geçmiş durumda..
Devlet yok ortada, bir tane parti ve o partiden çıkar sağlayan bir kesim var. 
Allah aşkına ne Cumhuru, ne ittifakı ya?
Depremin orta yerinde bari siyaset yapmayın!
Dizi filmlerindeki ürün yerleştirme gibi olmuş.
Her fırsatta ayrıştırıcı bir dil kullanmak zorunda mısınız?
Denetlemediğiniz, güçlendirmediğiniz binalar, çıkardığınız imar afları nedeniyle biz bu haldeyiz.
Ülke olarak kenetlenmemiz gereken bir gündeyiz yapılan açıklamaya bak!
Devlet olarak, millet olarak sahadayız demek çok mu zor geliyor size?
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ‘AFAD dışında koordinasyona izin yok’ dedi.
Siyasetteki kayıkçı kavgasına rağmen, halk müthiş bir dayanışma örneği sergiliyor.
Çünkü bu toprakların mayasında dayanışma var..
Başka ülkelerde, başka kültürlerde bunu göremezsiniz.
Sadece kötü günlerde değil, keşke her daim sürdürülebilse.
Kış günü dondurucu soğukta insanlar gerçekten çok zor durumdalar.
Önce yaralarımızı saralım, ondan sonra daha çok yazar konuşuruz yaşananları.
İnşallah olası bir İstanbul depreminde yaşamayız bunları. Hoş kalın, İnançla ve Dirençle kalın!