Kur Artışı ve Ekonomik Kriz; Kurumsal ve Yapısal Reform İhtiyacımız

Erhan Ayaz 15/08/2018 - 08:22:33

Türkiye yakın tarihinin en ciddi ekonomik ve finansal krizine doğru yol almakta. Siyasi gelişmeleri analiz ettiğimizde bu ciddi krize birçok farklı sorunun neden olduğu tespitini yapmak mümkün. Ancak en önemli nedenin kuşkusuz Türkiye ile ABD arasında yaşananlar olduğu tespitinde bulunmak yanlış olmayacaktır. Şu anda aşırı değer kazanmış bir kur ya da aşırı değer kaybeden bir Türk Lirası gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu aşırı değer artışı aslından sorunun siyasi ayağının çok ciddi bir kırılma yaşadığını bize gösteriyor. ABD yönetimi Başkan, Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanlığı seviyesinde yani devletin en üst makamları seviyesinde bu siyasi sorunun tarafları ve tırmandırıcıları olarak göze çarpıyor. 
 
Türk Lirası karşısında kurun aşırı değerlenmesini bir yerlerde elbet duracaktır ancak bu demek değildir ki Türkiye’nin ekonomik anlamda ciddi yapısal sorunları yoktur. Kurun aşırı değerlenmesi hem siyasi çokça da iktisadi sorunların yol açtığı bir durumdur. Yakın dönemde kurun yukarı ya da aşağı gidişini de siyasi açıklamalar ve adımlar belirleyecektir. Örneğin İran’a uygulanması söz konusu olan yaptırımlar ya da Rahip Brunson’un ev hapsinin de ortadan kalkmasıyla kurun birbirinden farklı ve zıt şekillerde hareket edeceğini söylemek için ciddi bir iktisat analizi yapmaya gerek yok. Fakat yakın planda yaşanan aşırı değerlenmenin uzun dönemde istikrara dönebilmesi ya da krizin etkilerinin en aza inmesi kurumsal ve yapısal reformlarla olabilecektir. 
 
Türkiye’nin şu andaki dış borcunun 450 milyar dolar olduğunu devamlı akılda tutmak gerekli. Kur böyle devam ettikçe GSYH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) yükselen kurla birlikte erimekte. Türkiye ekonomisinin en büyük sorunu sermaye yetersizliği olarak göze çarpmaktaydı. 2008 Krizinin ardından batılı merkez bankalarının piyasaya likidite pompalaması ile Orta Doğu sermayesinin Türkiye’ye yönelmesini ne yazık ki Türkiye verimli yönetemedi. Bu sermaye yetersizliğine eklenen tasarruf yetersizliği ile birlikte oluşturulmayan iktisadi alt yapıyla birlikte bu günlere geldik. Sadece inşaat sektörüne dayalı bir yapı bu yükü kaldıramazdı. Türkiye’nin kuruluşundan bu yana 2002 yılına kadar yaptığı borç yaklaşık olarak 100 milyar dolarken şu anki rakam 450 milyar civarında. Bu borçlanma belli bir miktarda refah ve zenginlik sağlar gibi gözüktü. Maalesef bu hikâye şu an büyük bir krizin içinde. İnşaata bağlı ekonominin piyasaya geri dönmesi gerekli. Şu anki konuk stoku 3 milyon civarında. Düşünün ekonomiye dönmesi gereken paranın büyüklüğünü. 
 
Daha fazla uzatmak mümkün. Yabancılar kriz anlarında kendi çıkarları için hareket ederler kuşkusuz ancak bizim de bu yapısal dönüşümleri sağlayamamış olmamız bu kriz faydacılarının işlerini kolaylaştırmaktadır. Bu kriz de elbet bir gün sona erecektir ancak önemli olan Türkiye’nin iktisadi ve demokratik reformlara ihtiyacı vardır. 
 
Karşımızda hem iktisadi hem de siyasi bir kriz var. Bu nedenle iktisadi reformlarla birlikte demokrasimizin de seviyesini en kısa zamanda yükseltmek ve kendimizi iyi şekilde anlatmamız gerekiyor. Papaza kızıp yüzümüzü doğuya dönmek bu sorunun ilacı hiç değil. Daha soğukkanlı adımlar atılarak yönetilecek bir krizin sonunda Türkiye’nin gerekli yapısal reformları sağlayacak kapasitesi mevcuttur. Konuyu bu şekilde değerlendirmek ve felaket tellalı olmadan analiz etmek hepimizin faydasına olacaktır.