HEPİMİZ SUÇLUYUZ!

Kemal Özcan 06/07/2018 - 08:35:20

8 yaşındaki Eylül Yağlıkara bir haftadır kayıptı.
Eylül, Ankara’nın Polatlı ilçesinden. 
Cesedi bir elektrik direğinin dibinde gömülü olarak bulundu.
Bakamadım o çukurun içine.
Haberi de şöyle verdiler ‘taze gömmüş’
Ne desem boş, hem de bomboş.
Gerçekten batsın artık bu dünya!
Canımız, vicdanımız bir kere daha acıdı.
Bir kez daha kanımız dondu. 
Nasıl olur da böyle karaktersiz insanlar çıkıyor bu toplumdan.
Yeryüzünde insan kadar alçalabilen başka bir varlık yok!
Oysa okullarda en fazla ahlak ve din dersleri okutuluyor.
Oysa en fazla İmam Hatip okulları açılıyor her yerde.
Şimdi bunun ucunu gene siyasete bağlayacağım tepki gösterenler olacak ama öyle.
Dünyada hiçbir şey siyasetten bağımsız değil.
Önce istatistiki bilgiler vereyim bari.
Son 10 yılda çocuk istismarındaki artış oranı yüzde 700.
Bu konuda dünyada ilk üçe giriyoruz.
İş cinayetlerinde ikinci olduğumuz gibi.
Nerede musibet bir şey varsa orda liste başındayız.
Son 16 yıldır siyasal İslamcı bir zihniyet yönetiyor bu ülkeyi.
Bu çocukların katilleri bu topraklarda yetişiyor.
8 yaşında bir çocuğa bunu yapabilen kör karanlık bu topraklarda var, 
her gün artarak çoğalıyor, etrafımızda, çevremizde.
Kelimelerle ifade edilemeyecek boyutta haysiyetsiz mahlukatları yetiştirmeye devam ediyoruz.
Ruh hastası insan sayısında anormal bir artış var.
İçinde yaşadığımız toplum insani ve ahlaki olarak bitmiş durumda.
Kavgalarımız, mücadelemiz ve tüm enerjimiz çocuklar ölmesin diye yapılsaydı, 
daha yaşanılır bir dünya yaratabilirdik.
Pedofili ve çocuğa şiddetin önlenmesi konusunda derhal ciddi bir çalışma gerekiyor.
Sadece cezaların arttırılması yetmez.
Suça meyilli insanların önceden tespit edilip tedavi edilmesi gerekiyor.
Yoksa ekonomik çöküşün yanında ahlaki çöküş kaçınılmaz.
Ülkemizin çocuklarını tecavüzlerden, ölümlerden, işkencelerden koruyamıyoruz.
Bu konularda mecliste defalarca araştırma önergeleri verildiğini biliyorum.
Hepsi AKP’li milletvekillerince ya reddedildi, ya da ciddiye alınmadı.
Bu saatten sonra zaten parlamento diye bir şey de kalmadı.
Tek adamın ağzının içine bakar dururuz.
Mevcut iktidarın topluma verdiği en büyük zararın bu tür önergeleri reddetmesi olduğunu düşünüyorum.
İktidar hiç sorumluluk görmez kendinde, bu ülkede niye her gün kadınlar, 
çocuklar ölüyor tecavüz ediliyor diye sorgulamaz.
Aile ve Sosyal politikalar bakanlığı ne iş yapar?
İsminin güzelliğine bakarmısınız?
Aile ve Sosyal politikalar..
Ensar Vakfında yaşanan tecavüz olayındaki tarafkarlığını biliyorsunuz.
Ne demişti kadın bakan? ‘bir kereden bir şey olmaz!’
Biz daha çok toprak altından ‘taze gömülmüş’çocuk ve kadın cesetleri çıkarmaya devam ederiz.
Biz üç-beş gün üzülür unutur gideriz, ya aileler.
Dünyaya getir, besle, büyüt, yaratığın biri gelsin senin canını alsın.
Bir evladın yitirilmesinden doğan acıya ve bu acının açtığı yaraya hiçbir söz merhem olamaz.
Bundan sonra her şey hikaye, her şey laf.
Suçlu kim mi?
Hepimiz suçluyuz.
Çünkü çocuklarımızı koruyamıyoruz.
Ağrı’da 3 yaşındaki Leyla Aydemir’de 16 Hazirandan beri kayıptı.
Leyla’nın gözlerini gördüm gazetede.
Işıl ışıl bir çift kocaman maviş göz aklımdan gitmiyor.
Bari onun iyi haberlerini alalım dedim içimden.
Eylül’ün haberini öğrenince, Leyla için endişelerim daha da arttı.
Bayramın birinci gününden beri aranıyordu, ailesi kaçırılabileceğini düşünüyordu.
Maalesef o da dün bir dere kenarında ölü bulundu.
Süleyman Soylu ‘ilk belirlemelere göre Allah muhafaza cinsel saldırı yok’ demiş.
Yani buna şükür diyor.
Bir hafta boyunca ‘bizim içimizden çıkmaz’, ‘mahremiyet’ filan diye köyde arama yaptırmadılar
Nasıl kıydınız o güzel gözlere, ne istediniz o küçüçük yavrudan?
Geçmişte iyi yetiştiremediğimiz çocukların bugünü ve geleceği nasıl mahvediyor görüyoruz.
Yarın da bugün iyi yetiştiremediğimiz çocuklar devam ettirecek bu vahşeti.
Elimizden bir şey gelmiyor, gelenlerin ise derdi siyaset.
Bizler köyde yolllarda, irimlerde oynayarak büyüdük.
Sabah evden bir çıkardık o çıkış.
Acıktığımız aklımıza gelirse eve gelir bir parça ekmeğin üstüne salça, 
yoğurt filan sürer hava kararıncaya kadar yolda oynardık.
Böyle şeyler ne duyduk, ne yaşadık?
Çocuğu olanlar mutlaka yaşamıştır, gözünün önünden 10 dakika kaybolsa ecel terleri dökerler.
Şuurlarını kaybeder bir oraya bir buraya koşuştururlar çaresiz.
Başıma geldi, biliyorum.
İbo üç yaşındaydı, Didim Altınkum’da iğne atsan yere düşmez, yani o derece kalabalık.
Denizin kenarında kaybettik çocuğu.
Eşimle birlikte önce sakin sakin aramaya başladık, etrafı kolaçan ettik, yoktu.
Sonra biraz telaşlandık, denize baktık boğulan var mı diye, kumsala baktık ağlayan çocuk aradık.
Sanki yer yarıldı içine girmişti.
Zaman geçtikçe panikledik, sağa sola koşuşturmaya başladık.
O an önümüze çıkan herkes sanki bize engel olmak için oradaydı. 
Sanki o sahilde bulunan herkes aynı çetenin, aynı tezgahın mensubuydular.
Bir süre geçtikten sonra çaresizlik boğar adamı, nefes alamaz, yutkunamazsın.
Dilin damağın kurur, konuşamaz, takatın kesilir adım atamazsın.Başlarsınız birbirinizi suçlamaya.
Şaşkın ördek gibi öylece kalakalırsınız.
Zamanı bile geri almayı düşünüyor insan. 
Yaşadık çünkü.
Soluk soluğa bir kalp çarpıntısıyla İbo’yu bulduk ama geçen iki saatte yıllarımız gitti.
O anı yaşayanlar bilir.
Eylül ve Leyla’nın ailelerine sabır ve metanet diliyorum.
Aziz Nesin bir şiirinde, 
‘öyle bir ölsem/ öyle bir ölsem çocuklar/ size hiç ölüm kalmasa’ demiş.
Eylül, Leyla, ne ilk ne de son.
Hatta daha kötüye gidecek herşey.
Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl yaşadıklarına değil nasıl öldüğüne bakın!
Hoş kalın, İnançla ve Dirençle kalın!