ANNEMİN ARDINDAN…

Prof. Dr. Kemal Kocabaş 08/11/2019 - 07:27:57

“Bu kez dağlar doğursun beni anne/Sen de ılık bir yağmur ol/ Durmadan yağ kanayan yerlerime” Haydar Ergülen
 
21 Ekim 2019 günü canımın içi, hayatımızın en önemli öznesi anamızı kaybettik. Ana acısı yoğun ve ağır bir acı.   Acılarla yoğrulan iki hafta sonunda anacığımın yaşam öyküsünü, emeğini  yazarak onu sevgiyle selamlamak istedim.  
 
Annem Nebahat Kocabaş, 1930 yılında Muğla-Kavaklıdere nahiyesinde dünyaya gelir. Anne ev hanımı, baba da Kavaklıdere’de üretilen bakır malzemelerini satmak için Fethiye ve Denizli-Çameli köylerinde altı aylık yabana gitme öyküleriyle yaşamını sürdüren, ulusal kurtuluş savaşı madalyası olan Salih Zeki Gököz. Annem ve iki teyzem, annelerinin yoğun ilgisi ve dayılarının yoğun desteği ve baba hasretiyle çocukluklarını yaşarlar.  1945 yılında babam Şükrü Kocabaş Kızılçullu Köy Enstitüsünden mezun olur, Kavaklıdere’ye okul müdürü olarak atanır  ve 1949 yılında annemle evlenir. Annem yedi kardeşli büyük bir ailenin parçası olur. 1951 yılında ablam, 1953 yılında ağabeyim ve 1956 yılında da ben dünyaya geldim. Babamlar üçü erkek, dördü kız yedi kardeşli yoksul, bakırcılık yapan bir aile. Babaannem (Kadınanam) olağanüstü hoşgörü sahibi, bilge bir kadın. Yedi kardeş, eşleri ve çocuklarıyla birlikte sevgi dolu bir aile ortamı üretir. Sobanın, elektriğin olmadığı köy koşullarında ocakta yanan odun ateşiyle ve sevgi dolu beraberliklerle geçen yoksul ama mutlu çocukluk yılları… 
 
Annem, babamla birlikte okul, öğretmen aileler ve köye yeni atanan yeni genç öğretmenler arasında kendini yeniden yaratır. Artık o,  köye atanan tüm öğretmen kadınların arkadaşı, yoldaşı, yol göstericisi  “Nebahat Abla”sıdır artık. Köye gelen müfettişler anacığımın kısa sürede hazırladığı yemeklerle bizim evde ağırlanırdı. Annem, tek maaşlı öğretmen bir ailede, yoksunluklar içinde mutlu  bir aile ortamı içinde yaşanan  güzel çocukluğumuzun temel dinamiğiydi. Bizlere kazaklar ören, ailenin ekonomik durumuna katkı için el işleri üreten, evimizin bahçesini kırmızı güllerle, fesleğenlerle, sardunyalarla çiçek bahçesine dönüştüren, yüreğini kattığı yemeklerle hep beraber aynı tabaktan yediğimiz yemekler, karşılıksız özverilerle geçen beraberliklerimiz… Ve sonra ilkokul yıllarımız… Okula gitmeden önce gazete kağıdı ile kaplanmış defterler, siyah önlük ve beyaz yakalıklı yıllarda bizleri okula hazırlayan, uğurlayan  güzel annem. Köyde ortaokul olmaması nedeniyle ağabeyimle benim parasız yatılı ilköğretmen okulu yılları ve ilk ayrılışlar, özlem dolu yıllar… 
 
Öğretmen Okulu yıllarında en önemli iletişim mektuplarla sağlanıyordu. On günde bir babam ve annemden mektuplar gelirdi. Annemin o bitişik yazı ile yazdığı mektupları gözyaşlarıyla okurdum. Annemin ürettiği oyalar satıldıysa zarfın içinden 5 veya 10 lira çıkardı bazen. O parayı uzun süre harcayamazdım. Anamın emeğini cebimde, yüreğimde taşırdım. İlk yıllar yatılı okulu alışamamıştım, en küçük bir tatilde köye, evimizin sıcaklığına koşardım. Sonra 1970’li yıllarda ağabeyim ve benim yükseköğretim dönemimiz. Sıkıntılı yıllarda babam ve annem yaşanan öğrenci olayları nedeniyle  haber dinlemek için kucaklarında radyo ile yaşarlardı adeta. Her köye gelişimizde dikkatli olmamız ile ilgili telkinleri ve  endişeleri hiç eksik olmazdı.  Yirmi dört saat öğretmenlik yapan, köydeki tüm çocukların eğitim hakkına kavuşması için çırpınan çalışkan bir baba ve evde sevgi dolu, herkesin saygı duyduğu, çalışkan, gül yüzlü bir anne. Yıl 1978, sevgili babamızı enfarktüs ile 53 yaşında kaybettik, ailede yaprak dökümü başlamıştı.  Babamı kaybettiğimiz günlerde köyde annemle  uzun süre beraber kaldık. 1978 Mart ayında Hakkari Lisesi fizik öğretmeni olarak atanmıştım. İlk maaşımın bir bölümünü anneme  gönderdiğimde  duyduğum sevinç olağanüstüydü.
 
 Daha sonra evliliklerimiz dönemi başladı. Torunlar hayata merhaba demeye başladı. Sevgili annemin tüm yaşamı çocukları ve torunları oldu. Yedi torunun da gelişim süreçlerinde sevgiyle onlara sararak hep  var oldu. Onların hepsine “Kırmızı Başlıklı Kız” öyküsünü keyifle okurdu. 1982’de Konya Selçuk Üniversitesinde asistan iken üniversite ilişiğimiz kesilmişti. O zor dönemlerde hep bizimle beraberdi. İşsizdim, karlı bir 31 Aralık 1982 akşamı mahzun ve üzgün durumdayken Konya’da gece saat 22.00’de kapının zili çaldı. Karşımızda annem  vardı. Bizim o psikolojik koşullarda yılbaşında yalnız kalmamızı  istememişti.  Daha sonra yargı yoluyla üniversiteye döndüğümde çok mutlu olmuştu, köyde lokma dağıtmıştı.  1986’da İzmir’e gelişimiz çok sevindi. Konya, Ankara, Adana, Çine, Muğla  hattında sürekli gelip gitmelerle, torunlarıyla ve  torunlarına ördüğü yelekler, onlara aldığı hediyelerle mutlu olan bir annem vardı. Bayramlarda ve yaz aylarında annemin tüm sevecenliğiyle bize beklediği köydeki goca evde olurduk. Evin önündeki incir ağacının altında sabaha kadar süren sohbetler, söyleşilerle geçen güzel yıllar… Zaman zaman köye hafta sonları yalnız gelirdim. Annemi Yatağan-Pınarbaşı’na akşam yemeğine götürürdüm, çok mutlu olurdu, hesabı ödemeye çalışırdı. Annem aydınlık bir kadındı. Her gün gazete okumaya, haberleri dinlemeyi ihmal etmezdi. İlk yayımladığım “Demeçli Yazılar, Memleket Yazıları” kitaplarımı  tek tek zevkle bakmıştı, incelemişti.  İlkokul 2. Sınıfta iken Atatürk’ün vefat haberini aldıklarında yaşadıkları duyguyu hep anlatırdı. Ramazan aylarında oruç tutardı. Oruç tuttuğu zamanlar akşamları onunla kalkıp ona eşlik etmek yaşamımın en güzel anlarındandı. Arife günleri mezarlık ziyaretinden döndüğümde anneme takılırdım; “Babamın selamı var, buraya gelmek için acele etmesin” diyor derdim.  O da “sizleri  bırakır gider miyim” diyerek yaşam sevincini ifade ederdi. 
 
Annem köyde yalnız kalırdı.  Yakınlarımız annemi yalnız bırakmazdı. Annemin köyde saygın bir yeri de vardı. Tüm yakınlarımızın düğünlerinde baklava dağıtım merkezine o yönetirdi, komşuların çoğu özel günlerde yaptıkları aşure ve keşkeğin olup olmadığını ona kontrol ettirirlerdi.  Torunları ve biz onun yaptığı enfes yemeklere bayılırdık, torunları geldiğinde onlara  elmalı kek, kurabiye yaparak onları kucaklardı.
 
Yaklaşık sekiz yıl önce anneme alzheimer teşhisi kondu. Başka sağlık problemleri de vardı. Yakın geçmişini unutmaya, uzak geçmişiyle yaşamaya, mutfağa, buzdolabını kontrol edememeye başladı. Bir gün önce yediği yemeği hatırlayamıyor ama 1949’da düğününde çalınan “Karyolamın Demiri” türküsünü, çocukluğunun manilerini hatırlıyordu. Onu yalnız bırakmak zorlaşmıştı. Her on beş günde köye giderek, ihtiyaçlarını görerek  Kavaklıdere’de bulduğumuz bakıcılarla son yıla kadar geldik. Annemin hastane yatmaları artmıştı, Aydın ve Muğla Üniversite hastanelerine sık sık gitmeler, yatmalar başlamıştı. Temmuz 2019’da da Güzelbahçe’de özel bir bakımevine taşımak zorunda kaldık. Hemen hemen her gün yanındaydım. Taburcu olmayı çok arzuluyordu. Bu dileğini  “Çıkıp köye gidelim, keşkek, aşure yapıp dağıtalım”  şeklinde ifade etti hep. Odasına getirdiğim fesleğen saksısını gördüğünde çok sevinip, her ayrılışında bizleri çok sevdiğini söylerdi.  Son günlerde yatak yaraları  onu sarsmıştı ve sürekli yattığı için “Yargınlarım ağrıyor, çinim ağrıyor” ifadeleriyle sıkıntılarını dile getirmişti. Bakımevindeki genç hemşireler, hasta bakıcılar da onu çok sevmişti. Her ayrılışta gel bir öpeyim diyerek uğurlardı beni…
 
21 Ekim pazartesi günü saat 15.00’te dersten çıktım, 15.30’da annemin Dokuz Eylül acile gönderildiği bilgisi ulaştı ve ambulans geldiğinde ben de saat 16.00’da acildeydim. Elimi sıktı, gülümsedi. Genç hekimlerin çok iyi niyetli olmasına karşın acil servisin çok yoğun ve ağır işlemesi beni çıldırtıyordu. Saat 19.00’da bakıcı ile beni çağırttı. Elimi tuttu, güzel güzel baktı ve 19.30’da tüm uğraşılara rağmen enfarktüs sonucu anacığımı kaybetmiştik. Çocukları olarak onu yaşatmak için her şey yapmıştık ama başaramamıştık.
 
22 Ekim 2019 Salı günü yakınlarımız, arkadaşlarımız ve dostlarımızla  Sevgili anamı Kavaklıdere’de Sevgili babamın yanında sonsuzluğa uğurladık. Yedi gün boyunca onun tüm dileklerini, tüm ritüelleri yerine getirdik. Ve kardeşlerimizle  evi kapatarak döndük. Şimdi artık Kavaklıdere’de sımsıcak güler yüzüyle  bizi karşılayan bir anne yok ve “goca ev” kapalı.  Artık hatıralarımız var, artan yalnızlığımız var. Bireysel tarihimizin çok önemli bir sayfası elimizden kayarak uçmuştu. Sevgili güzel  anamın aziz hatırasına, emeğine sevgiyle…