15 TEMMUZ’UN PSİKANALİZİ ve SEÇİLMİŞ TRAVMA!

Nevzat Çağlar Tüfekçi 18/07/2017 - 09:33:56

Psikiyatrist İlker Küçükparlak’ın, ‘15 Temmuz’u psikanaliz açıdan inceleyen yazısını kısaltarak köşeme alıyorum.

xxx

Toplumsal travmanın beklenmedik işlevleri

Vamık Volkan(“Psikanalizin Nobeli” diye de tanımlanan ‘Mary Sigourney Psikanaliz Ödülü’ne layık görülen Prof. Dr./ NÇT)  bir grubun uğradığı saldırı sonucu çaresiz kaldığı, küçük düştüğü ve travmatik doğası nedeniyle yasının tutulamadığı durumlar için “seçilmiş travma” kavramını türetmiştir. Seçilmiş travmaların kuşakaşan etkisi vardır ve bazı durumlarda grup kimliğinin kuvvetli bileşenlerindendir. Volkan’a göre 1. Dünya Savaşı ile imparatorluğun çöküşü ve düşman işgali Türklerin seçilmiş travmasıdır ve ulusal kimliğin temelini oluşturmaktadır.

MÖ 72 yılında gerçekleşen ‘Masada Kuşatması'nda Roma İmparatorluğu’na kahramanca direnen Yahudiler kaybedeceklerini anlayınca, topluca intihar ederler. İsrail Devleti kurulduğunda, ‘Masada’nın kurucu anlatı olarak benimsenmesi ve Soykırım Anıtı’ndan önce ‘Masada Anıtı’nın dikilmesini Laszlo, tarihsel anlatının, Yahudi özsaygısını restore etmek üzere biçimlendirilmesi olarak yorumlar.

Seçilmiş travma arayışı olarak bitmeyen mağduriyet söylemi…

AKP iktidarı yeni bir kollektif kimlik yaratma peşindeydi. Yeni Türkiye söylemi bu hevesin ürünüdür. Köşk külliye olmuştu. 2023 ya da 2071 gibi alternatif tarihler, Kut ül Amare gibi alternatif zaferler, kutlu doğum haftası gibi alternatif bayramlar birer birer türetilirken mevcut ulusal kimliği simgeleyen bayramlar (29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs vd./ NÇT) hep güvenlik gerekçelerine takılıyordu. Yine de önemli bir bileşen eksikti: Seçilmiş travma. Uzunca bir süre “Kemalist vesayet”e işaret edildi. Başörtüsü zulmü hatırlatıldı. Camiler ahır yapılmıştı. Ezan yasaklanmıştı. Ülkeyi iki ayyaş yönetmişti. Yine de beklenen sonuç alınamamıştı. Arada Dersim Katliamı'ndan bile medet umuldu. Olmadı. Derken, 15 Temmuz geldi.

Cumhurbaşkanı ilk açıklamasında bu olayı, “Allah’ın bize büyük bir lütfu” olarak tanımlayacaktı. Ortada yüzlerce kişinin ölümü ve binlercesinin yaralanması ile sonuçlanan ciddi bir travma vardı artık. Cumhurbaşkanı darbecilerin kendisini bulamayışını (Sevr Mağarasını kastederek) Nur Mağarası'ndaki örümcek ağı sayesinde Peygamber'in bulunamayışına benzetecekti. Yıldönümü yaklaşırken ise “15 Temmuz, bizim yeni Çanakkalemiz, Dumlupınarımız, Sakaryamızdır. Bundan sonra ülkemizde hiçbir şey 15 Temmuz öncesi gibi olmayacaktır” diyecekti. “Buradan aldığımız cesaret ve özgüvenle elde edeceğimiz bir sonraki zafer, 2023 hedeflerine ulaşmak olacaktır” diye de ekleyecekti. Durumun vehametini ise “Ya olacağız ya öleceğiz!” vecizi ile taçlandıracaktı.

Cumhurbaşkanlığı'nca, “15 Temmuz Destanı” adıyla hazırlanan afişlerin 8’i zafer anı, 4’ü ise çatışmanın devam ettiği sahneleri içermekteydi. Meclis'in bombalanması, yaralı siviller ve izleyici olarak çatışmanın ortasına yerleştirildiğimiz kompozisyonlar kuşkusuz ki travmayı sürdürücü işleve sahiptir. Sonuç olarak 15 Temmuz, AKP iktidarının başından beri arayıp da bulamadığı o seçilmiş travma olarak bir kurucu anlatı biçiminde şekillendiriliyor. Toplumsal travmaların anıtlaştırılması ve anlatısı travmatik anı betimler biçimde değil, travmatik olayın sonlanışına işaret eder biçimde olduğunda iyileştirici işleve sahip olacaktır. Elbette bu uyarı ancak iyileştiriciliğe dair bir niyet olduğunda işlev görebilir.

Son olarak şunu hatırlatmak isterim: Bu yeni anlatıda askerin rolünün beklenmedik hasarları olabilir. Askerlik uyum göstermesi oldukça güç olabilen bir “görev”. İşe girebilme, evlenebilme izni gibi geleneksel sonuçları itibarıyla da bir erişkinliğin tescili işlevini görüyor. Askerliğe elverişsiz bulunmak ya da tamamlayamamak ise utanç nedeni olabiliyor.

Adeta erginlenme ritüeli(Ritüel: Dini inanç gibi benimsenmiş değerler, kişilerce kutsallaştırılmış davranışlar, biçimler, temalar)  gibi. Erginlenme ritüelinden toplumsal kabul bileşenini çıkarırsanız geriye salt eziyet kalır. Asker intiharlarındaki artışın bir nedeni belki de tekrarlayan bedelli askerlik uygulamaları ile adeta “parasını denkleştiremeyen” garibanlara özgü hale gelip artık salt eziyet olarak algılanmaya başlanılmasıdır. Darbe girişimi sonrası asker imgesi düşmanlaştırılmaya başlanmış, afişlerde bu durum zirveye taşınmıştır. Zorunlu askerlik uygulaması halen devam ediyorken bu durum büyük krizlere gebe olabilir…

(BİRGÜN PAZAR, 16.7.2017)

Yazının tamamı için Bkz: http://www.birgun.net/haber-detay/kurucu-anlati-olarak-15-temmuz-170026.html