“Hadi uyan/Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın/İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine/Yoksul olsan da uyan/Garip olsan da uyan/Madem ki güzelsin, güzeli yaşatmak için/Madem ki iyisin, iyiliği yaşatmak için/Madem ki umutlusun, umudu yaşatmak için“
Metin Eloğlu umudu yaşatmak coşkusunu dizelerine yukarıdaki gibi aktarıyor. Türkiye, yoğun tartışmalarla ve yoğun bir gündemle yeni bir yıla hazırlanıyor. 2023 yılında 100. Yılı demokrasi ile donatılmış yeni bir “Cumhuriyet Baharı” yaratarak son yirmi yılda yaşananları aşmak hepimizin ortak arzusu olacaktır. Bu ülkede insana, topluma ve doğaya yönelik iyi ve güzel şeylerin de olabileceğini, yaşanabileceğini görmek umudu hepimizin ortak istencidir.
Son aylarda artan hayat pahalılığı ve yoksulluğun insanlarımızı çok zorladığı, toplumsal eşitsizlikleri büyüttüğü çok açık. Toplum, yüksek enflasyonu pazarda, eczanelerde, marketlerde, hayatın her alanında hissederek her gün biraz daha yoksullaşıyor. Okula giden çocuklarının çantalarına yiyecek koyamayan ailelerin çığlıkları yüreklerimizi yakıyor. Sosyal belediyeciliği önceleyen yerel yönetimler çocuklar için çözümler üreterek bu çığlıklara yanıt vermeye çalışıyorlar. Adaletsizlik-eşitsizlik üreten bu süreçler sürdürülebilir bir durum değildir. Ağır ekonomik sorunların çözüm talebiyle birlikte yargı bağımsızlığı, demokratik-hukuk devleti, güçlendirilmiş parlamento, kamusal alanlarda liyakat, laik-bilimsel eğitim, özerk-demokratik üniversiteler ve benzeri talepler toplumun büyük kesimlerinin ortak talebine dönüştü. Toplum her alanda nefes almak istiyor… Geçen yaz döneminde iptal edilen konserler, medyada siyasal iktidar gibi düşünmeyenlere verilen cezalar, basına yapılan baskılar, üniversitelerdeki tek seslilik yaratma çabaları ve yarattıkları korku kültürü hepimizin tanık olduğu olaylardı. Yeni yıla girerken ülke gündemindeki tartışmalar zaman zaman umudu, zaman zaman da umutsuzluk üretiyor. Yaklaşık bir yıldır hayatımıza giren, çoğumuzun ortaklaştığı ilkeler etrafında toplanan “Altılı Masa” muhalefeti seçimlere çok az kala parti önceliklerinin öne çıkarılması, egoların ortaya konulması nedeniyle belirsizlikler içinde salınıyor, süreci yönetme konusunda hatalar yapıyor. Altılı masa toplumda verdiği sözü tutmalı, yarattığı umudu yok etmemelidir, bir an önce ülkeye yönetmeyi ve dönüştürmeye yönelik topluma verdikleri sözleri hatırlayarak gereğini yapmalıdırlar. Zira önümüzdeki seçimler ülkenin düzlüğe girmesi için yapılan son seçimdir. Hata yapanları da toplum asla affetmeyecektir.
Yeni yıla girerken bir tarikatta şeyhin 6 yaşındaki kız çocuğunu 30 yaşlarındaki bir müridi ile evlendirmesi olayı tüm toplumu sarsarak tarikat ve cemaatların yeniden tartışılmasını sağladı. İktidar destekli bu kapalı yapılardaki sıkça görülen, basında çokça yer alan cinsel taciz, istismar olayları ülke gündemine tekrar girdi. Ülkede yakın bir zamanda kanlı, acı sonuçlar doğuran FETÖ deneyimini yaşamasına rağmen kamusal alanda tarikat ve cemaatlara yer verilmesi, onlara alan açılmasını anlamak çok zor. Cumhurbaşkanının bu olayı felaket olarak değerlendirmesine rağmen tarikat ve cemaatları “dinsel kurumlar”olarak tanımlaması bir başka talihsizliktir. Tarikatlar, sivil toplum örgütü veya demokratik eğitim kurumları asla değildir. Biat kültürünün egemen olduğu yapılar bu tanımlamaların dışında kalır. Bu yapıların okul ve yurt açmaları önlenerek denetlenebilir hale gelmesi ve kamusal alan dışına çıkartılması acil önemdedir. Türkiye bu yapılarla aydınlık geleceğini asla oluşturamaz.
Yeni yıla girerken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanına yapılan hukuk darbesi yargıya olan güveni büyük oranda sarstı. Yargılama sürecinde hakimi değiştirerek yapılan “yargı darbesi” toplum vicdanında yer almadı. Siyasal iktidar, son yerel seçimlerde İstanbul’un kaybedilmesinin yarattığı travmayı unutmadığı görülüyor. Yargıyı kullanarak anti-demokratik yollara başvurmasının başka bir açıklaması olabilir mi? Siyasal iktidar yerel seçimlerde benzer hatayı yapmış, “toplumun ortak vicdanı” ayağa kalkarak İmamoğlu’nun rakibine 800 bin fark atmasına neden olmuştur. Hukuk litaratürüne “Ahmak Davası” olarak giren bu süreç, yargının topluma dizayn etmek isteyen siyasal iktidarın veya tek adam rejiminin aparatına dönüştüğünün somut yeni bir kanıtıdır. Günümüzde hukukun egemen olduğu hiçbir demokratik ülkede görülmeyen olaylara tanıklık ediyoruz. Adalet duygumuzu örseleyen bu yaklaşımlara itiraz etmek vicdanı olan her yurttaşın görevi olmalıdır. Yargı bağımsızlığının yok edildiği bu süreçlerle, sorunlarla yeni yıla giriyoruz ve yeni yılda demokratik hukuk devletini yaratma umudumuzu ifade ediyoruz.
Türkiye 2023’te, Cumhuriyetin 100. Yıldönümünde korkularını aşmalıdır. Korku devleti değil eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, barışın egemen olduğu bir ülkeye evrilmelidir. Orta çağı yaşayan köylerden gelen halk çocukları Köy Enstitülerinde verilen eğitimle, üreterek korkularını aşarak özgüven kazanmışlar, ülkenin özgür yurttaşları olmuşlardır. Enstitülerin kuramcısı bu süreci “İnsanoğlunun kazandığı en büyük zafer korkuları yenmesiyle elde edeceği zaferdir” ifadeleriyle özetlemiştir. Cumhuriyetin 100. Yıldönümünde korkuların aşıldığı bir ülke umudunu hayata geçirmeliyiz.
2022’nin son aylarında tanık olduğumuz olaylar ülkedeki yaygın bir çürümüşlüğü, vasatlığı ve çoraklığı işaret ediyor. Türkiye, bu değil, ayrıca Cumhuriyetin 100. Yılında bu olmamalıdır. Genç insanlarımız geleceğini yaban ellerde aramamalıdır. Eğitimdeki dinselleştirme ve piyasalaştırma çabalarıyla çökertilen nitelikli kamusal eğitimi, eğitim hakkını, laik-bilimsel eğitimi tekrar ülkede egemen kılmalıyız. Ülkenin tüm renklerini ayrıştırmadan, ötekileştirmeden kucaklamanın yollarını üretmeliyiz. Son söz Küçük İskender’in dizelerinde “De gülüm! De ki: ela bir günde geleceğim/İstanbul darmadağın olacak, saçlarım/darmadağın. Hepsi, darmadağın!/üzülme gülüm! Toparlanacağız, birlikte,/ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm/hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!“