Türkiye, sıkıntılı, kaotik bir süreçten geçiyor. Bir yandan terör ve kaybedilen canların acısı, kamu bürokrasisindeki soruşturmalar, işten el çektirmeler, değişik kuruluşlara atanan kayyumlar ve OHAL kararnamelerinin siyasal iktidara verdiği olağanüstü yetkilerin kullanımı… 15 Temmuz darbe girişimi sonrası oluşan “darbe karşıtı blok” yaşanan süreçlerden sonra siyasal iktidarın bir özeleştiri yaparak en azından darbe girişimi öncesi yaklaşımlarından uzaklaşarak daha aklıselim, daha barışık, empati yapabilen bir ülke yönetme çizgisi geliştireceğini umuluyordu. Basından ve medyadan izlediğimiz kadarıyla yapılan yanlışlarla bu beklentinin giderek yok olmaya doğru evrildiğini görüyoruz.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası kamuoyunda ortaklaşılan temel beklenti “ Kamuda Liyakat, Kamuda Tarikat ve Cemaatlara alan bırakılmaması ve Laik, Demokratik, Bilimsel Eğitim” idi. Yaklaşık 250 yurttaşımızın kaybına, yüzlercesinin yaralanmasına neden olan darbe girişimi sonrası siyasal iktidardan en azından bu üç konuda ortaklaşılan bu yaklaşımlara uygun söylem ve politika geliştirmesine yönelik beklentiler yoğunlaşmıştı. Ama yaşanan süreçler bu beklentilerin gerçekleşemediğini gösteriyor. Bu beklentiler yaşama geçmeyince özellikle toplumdaki kutuplaşmanın son günlerde hızla arttığını görebiliyoruz.
TBMM’nde siyasal iktidara üç ay boyunca sınırsız yetkiler tanıyan OHAL yasasının temel gerekçesi siyasal İslamcı FETÖ darbe girişimi kalkışması ve bu cemaati kamudan ayıklamak, cemaatin ekonomik, bürokratik ayaklarını yok etmekti. Özellikle son bir ayda kamudaki işten el çektirmeler öğretim üyeleri ve öğretmenler üzerinde yoğunlaşarak siyasal iktidarla aynı paralelde düşünmeyen muhaliflerin tasfiyesine dönüşmüş gözüküyor tıpkı Balyoz, Ergenekon davalarındaki gibi… Siyasal iktidar sanki bu ülkede darbe girişimi yaşanmamış gibi davranıp, eğitimde akıl dışı kararlar ve uygulamalara imza atabiliyor.
Geçen hafta, Burdur Milli Eğitim Müdürünün sosyal medyada makyaj yaparak dışarı çıkan bir kadına toplumun algısının ne olduğu konusundaki gerici yorumu ve İzmir’de bir ortaokulda “Andımız”ı okumak isteyen öğrencilere hakaretler ederek susturan müdür portreleriyle tanıştık. Eğer beyinlerimizde “liyakat” yani uzmanlık kavramı olsaydı bu iki müdür de o okullarda yöneticilik yapamayacaktı… Eğitim, bu kişilere emanet edilmişti ve garp cephesinde değişen bir şey yoktu…
Türkiye’nin yüksek puanla öğrenci alan, en başarılı yaklaşık 170 gözde lisesi 2016 Mart ayında çıkarılan dershane yasasına eklenen bir maddeyle “Proje Okulu” olarak isimlendirilir. Proje okulu olunca bu okullarda, yeni laboratuarlar, yeni yatırımlar gibi önemli bir değişiklik de olmaz. Yönetmeliğe göre öğretmenler, insan kaynakları genel müdürlüğünün teklifi ve bakan onayı ile 4 yıllığına atanacak. Yönetmelikle aynı kurumda çalışmaya 8 yıl sınırı getirilerek çok sayıda öğretmen il emrine alınarak başka okullara yönlendiriliyor. Hemen aklımıza şu soru geliyor: “Acaba bakanlık başarısı düşük, sıradan okullarda başarıyı yükseltmek ve vasatlığı aşmak için neden bir girişimde bulunmuyor?” Bu sorunun yanıtı yok…
Anlamsız bir ad değişikliğidir yaşanılan. İzmir’de Bornova Anadolu Lisesi (BAL) ve Cahit Kora Anadolu Lisesi proje okulu olmuştur. BAL, kızımın da bir zamanlar okuduğu, kurumsallaşmış, başarılı bir eğitim kurumudur. İstanbul'dan Kabataş Erkek, Kadıköy Anadolu, Cağaloğlu Anadolu, Hüseyin Avni Sözen, Kadıköy Fen, Balıkesir'den Sırrı Yırcalı, Ankara Atatürk Lisesi anılan okullardan bazıları… İlgili yasayla bu okulların öğretmen ve müdür atamaları "yönetmelikler" dışına çıkarılır, keyfi olarak bakana bırakılır. Yeni düzenleme ile bakan hiçbir duyuru yapmaksızın, mesleki yeterliliği, kıdemi ya da hizmet puanına bakmadan istediği herhangi bir öğretmeni ya da eğitim yöneticisini bu okullarda görevlendirebilecektir. Amacın siyasal kadrolaşma olduğu açıktı… Hedef, başarıları ülke ortalamasının üzerindeki bu okulları daha da geliştirmek değil yok etmektir. Süreç önce müdür atamalarıyla başladı, son günlerde de okullarıyla özdeşleşmiş, sınavla bu okullara atanan öğretmenlere sıra gelmişti. Okulların açıldığı hafta proje okullarında keyfi olarak “Görev yeriniz MEB tarafından il emrine çekildi” denilerek öğretmenlerin okulla ilişikleri kesilmeye başlandı. Veliler ve öğrenciler haklı olarak tepeden inmeci, dayatmacı bu karara tepki göstererek “Öğretmenime Dokunma” kampanyası başlattılar. Haziran ayında İstanbul Erkek Lisesinde öğrenciler, mezuniyet töreninde bakan oluruyla atanan okul müdürüne sırtına dönerek, proje okulu sonrası baskı ortamını ve okul geleneğine aykırı uygulamaları protesto ederek bu okullarda yaşanılan huzursuzluklara dikkat çekmişlerdi.
Öğretmen sendikaları bu yaşanılanlara “hukuksuzluk” diye tepki vererek yargıya taşımaya başladılar. Eğitim-Sen Başkanı Kamuran Karaca “Bu okullarda öğretmen ve yönetici atamaları sınavsız olarak Milli Eğitim Bakanı tarafından yapılıyor. Hangi kriterlerle, belli değil. AKP bu uygulamayla okulları da arka bahçesine çevirmek, kadrolaşmasını tamamlamak, yeni imam hatipler yaratmak istiyor. Bunu yaparken hak hukuk tanımıyor. Hangi yasaya dayanarak sınavsız öğretmen atıyorsunuz, öğretmenleri sürüyorsunuz? Bir okulda öğretmenin kalıp kalmayacağına okul müdürü karar veriyor. Okul müdürlerinin neredeyse tamamının hükümete yakın bir sendikaya üye olduğunu düşündüğümüzde bu ne kadar sağlıklı olabilir?” açıklamasını yapıyordu. Konuyu yargıya taşıdıklarını belirten Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir “… Genelgeler, yönetmelikler by-pass ediliyor. Tamamen bakanın insiyatifiyle hareket ediliyor. Böylece bakan istediği müdürü, öğretmeni atayacak. Bu yanlış. Uygulamayı doğru bulmuyoruz… Bu okullarda 12-13 bin öğretmenin görev yaptığını düşünürsek, bu uygulamadan 7 bin 500 öğretmenin etkileneceğini tahmin ediyoruz… Burada görev yapan öğretmenler de nitelikli öğretmenler, sınavla geldiler. Yeni uygulamayla birlikte bu öğretmenler atanıp, yerine torpili, siyasi yakınlığı olan, cemaat, tarikat üyesi olan öğretmenler gelecek. Hiçbir kriter uygulanmadan atamalar yapılacak. ” ifadeleriyle itiraz ediyordu.
Proje Okullarında yaşanan bu akıl dışı atamaları, okulları nitelikli kılan sistemi parçalamak olarak tanımlayan Orhan Bursalı 26 Eylül tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde “Herhalde bakanlık bu okulları laik sistemin son kaleleri olarak görüyordu ve şimdi ise top ateşleriyle onları yerle bir ediyor” ifadelerini okurlarıyla paylaşıyordu. Bursalı yazısında bakanlığın proje okullarını kavramını, kaliteli okulları darmadağınık etmek şeklinde algıladığının belirterek “ Bir okulu sıradanlaştırmak için ne yapılması gerektiğini biliyorlar. Sistemi dağıt ve çökert... Sistem dediğimiz, okulda yılların deneyimi ve birikimi ile oluşmuştur.” diyerek yaşanılanları yorumluyordu.
Proje okullarındaki öğretmenlerin dağıtılması olayı, okulların nasıl daha nitelikli eğitim veririz ve öğrenciler nasıl başarılı yetişir arayışıyla çeliştiği çok açıktır. Okul başarısının arkasında müdür ve yardımcılarıyla, öğretmenler ve öğrenciler arasındaki etkileşim ve eşgüdümün çok önemli katkısı vardır. Böyle bir eğitim ortamı çatışma yerine odaklanma ve başarı üretir. Bu uygulamayı yaşama geçirenlerin pedagoji ile ilgileri var mı? Bilmiyorum…