2016-2017 öğretim yılı, 9 Haziran 2017 günü okullarda karne dağıtımı ile sona erdi ve yaklaşık 18 milyon öğrenci, 900 bin öğretmen yaz tatiline merhaba dediler. Her öğretim yılı başında ve sonunda okullarda, eğitim dünyasında neler oldu, neler yaşandı şeklinde bir değerlendirme yaparak, yaşanan süreçleri sorgulamak toplumsal bir görevdir.
Bu öğretim yılının en önemli olayı, eğitimin niteliğini ölçen uluslararası bir sınavı olan PISA-2015’de yine çok gerilere düşmemizdir. Eğitimin işlevini kaybettiği gösteren PISA-2015 sonuçlarına göre fen, matematik ve okuma anlama alanlarının her birinde ortalamanın altındayız. Fen alanında OECD ortalaması 100 öğrenciden 8’inin yüksek not alabildiğini gösterirken, bizde bu oran 1000 öğrencide sadece 3… PISA 2015 bize gösteriyor ki okullarımızda bırakın İngilizceyi, onlara kendi ana dillerini öğretemiyoruz. Okuma puanımız, okullarımızda çocuklarımıza okuduğunu anlamayı bile öğretemediğimizi gösteriyor. PISA-2015 sonuçları, hayattan kopuk, gereksiz, anlamsız bilgi depolatmaya dayalı, ezberci, laboratuarsız eğitim süreçlerinin sonucudur. Eğitim sistemimiz, öğrencilerimize, muhakeme, analitik düşünme, problem çözme gibi becerileri kazandıramıyor, farklı düşünmeyi teşvik edemiyor, bilginin nasıl kullanacağını da öğretemiyor. Bu nedenle PISA’da hep sonlardayız. Eğitim politikalarına yön verenlerin bu sonuçları değerlendirerek yeni arayışlar üretmesi ile ilgili çabalar da maalesef görünmüyor.
2016-2017 öğretim yılında bilim dışı bir anlayışla, eğitime imam hatip penceresinden bakan bir vizyonla “eğitimin dinselleştirilmesinin” artarak, özellikle son aylarda hızlandığını acıyla görüyoruz. Eğitimin dinselleştirilmesi ülkenin akıl ve bilimden hızla uzaklaşması demektir. Eğitim politikalarının ve projelerinin gerçekleşmesinde, bilim dünyası, eğitimle ilgili demokratik kitle örgütleri ve sendikalar yerine “tarikat, cemaat ve dinsel vakıfların” öne çıkması bu dönemin en büyük handikapıdır. Bu yapıların son günlerde dillendirdiği karma eğitim karşıtlığı akıl tutulmasıdır ve bilim dışıdır. Ülkeye sadece imam hatip penceresinden bakarak eğitimi düzenlemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. 2016-2017 öğretim yılında imam hatip ortaokul ve liseleri ve öğrenci sayıları hızla artmıştır. İmam hatiplerde okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 500 bine yaklaştı, tüm eğitim basamaklarda din derslerinin saatlerini arttırma çabaları yoğunlaşmıştır… Unutulmamalıdır ki din sorgulanmaz, öğretileri mutlaktır. Bilim ise mutlak doğruları değil, sorgulamayı, araştırmayı, sınamayı, denemeyi ve yanlışlamayı kendine rehber alır. Bu nedenle son yıllarda cami ve okul işlevlerinin iç içe geçmesinin özellikle bu dönemde eğitimin niteliğini olumsuz etkilediği açıktır.
2016-2017 öğretim yılında özel okul sayılarındaki artış eğitimdeki piyasalaşma tartışmalarını öne çıkardı. Kamusal eğitimin iflas ettiği gerekçesiyle ailelerin özel okullara yöneldiğini görebilmekteyiz. Rakamlara bakalım. 2012 öncesi ilköğretimde toplam özel okul sayısı 931 iken, bu sayı 1274 özel ilkokul, 1414 özel ortaokula çıktı. 885 özel lise varken, son beş yıl içinde özel lise sayısı 2,9 kat, özel liselere giden öğrenci sayısı ise 3,6 kat arttı (Eğitim-Sen). Bu rakamlar kamusal eğitimin nasıl gerilediğini gösteriyor. Önümüzdeki dönemlerde eğitimi bir insan hakkı olarak görerek parasız, nitelikli kamusal eğitimi savunmak temel görev olacaktır.
Tartışmaya devam edelim… 2016-2017 öğretim yılında YGS-2017 sonuçlarıyla eğitimdeki hazin çöküşün, nitelik kaybının arttığını, PISA-2015 sonuçlarını doğruladığını, eğitim fakültelerinin nitelikli öğretmen yetiştiremediği gerçeğini KPSS-2016 alan ortalamalarında görebilmekteyiz. Yine bu dönemde ülkenin yüz akı öğretim üyelerinin üniversite dışına bırakılması, yargının tümüyle siyasal iktidara istençlerine açık olması ülkedeki iç barışı ve adalet duygusunu zedelediğini görebilmekteyiz. Bu dönemde ülkenin aşamadığı bir başka problem, liyakatı, yani uzmanlığı gündemine alamamasıdır. Özellikle öğretmen atamalarındaki mülakat sınavı “Reis Kimdir” sorusu gibi nesnel olmayan, niteliği ölçmeyen sorularla yapılmaktadır. Bu sınavlar yandaş yaratma sınavıdır, adil ve vicdani değildir. Demokratik tartışma süreçlerinden geçmeyen, pedagojinin evrensel kazanımlarıyla örtüşmeyen müfredat değişiklikleri bu öğretim yılının en tartışmalı konusu olmuştur.
2016-2017 öğretim yılında, topluma 2012 yılında dayatılan, bilimsel kazanımlarla örtüşmeyen, 4+4+4 düzenlemesinin ürettiği problemler ortaya çıkmaya başladı. 2012 sonrası gelişen süreçte çocukların gelecek akademik başarılarında çok önemli yeri olan okul öncesi eğitim önemli ölçüde geriledi. 2012 öncesi 28 bin 625 okul öncesi eğitim kurumu var iken bu sayı bu yıl 23 bin 751’e düştü. 2012 yılında 1 milyon 58 bin 904 olan öğrenci sayısı, 2017 yılında ise ancak 1 milyon 112 bin 443 oldu. Önümüzdeki dönemde okul öncesi eğitim zorunlu ve parasız hale mutlaka gelmelidir. Bir başka sorun, ikinci dörtten sonra örgün öğretimden açık öğretime ayrılan öğrenci sayısının hızla artmasıdır. O nedenle 12 yıllık eğitim açıklaması çöküyor. Genellikle yoksul öğrencilerin ve kız öğrencilerin zorunlu eğitimden ayrılmalarının, öğrencilerin toplumsallaşma süreçleri anlamında olumsuzluk üreteceği çok açıktır. Önümüzdeki dönemlerde, okul öncesini zorunlu kılan 2+8 kesintisiz zorunlu eğitimi mutlaka tartışmalıyız.
2016-2017 öğretim yılında yaşanılan pek çok süreci özetledikten sonra bazı saptamalar ve sorularla eğitimi tartışalım. Görülüyor ki eğitim politikalarını yönlendirenler çocuklarımızın doğuştan getirdikleri yeteneklerini açığa çıkaran, onların toplumsallaşma, özgürleşme ve insanlaşma süreci olarak tanımlanan bir eğitim sistemi düşüncesinden çok uzaklar. Kafalarındaki eğitim sisteminde öğrencilerimizi “bilim, sanat ve felsefe” ile buluşturmak kaygıları yok. Bir yandan küresel kapitalizmin ilişki ağı, jargonu ve bir yandan da dinselleştirme politikaları… Böyle bir eğitim projeksiyonu ancak “sadık, itiraz etmeyen” insan profili üretir. Böyle bir ülkede özerk, demokratik düşünce iklimi gelişebilir mi?
İnsanlığın evrensel arayışı, özgür insandadır, soru soran, itiraz eden, öğrendiği bilgileri yapılandıran bireydedir. İnsanlığın arayışı tüm bireylere parasız, nitelikli, aklı ve bilimi öne çıkaran eğitim arayışındadır. İnsanlığın arayışı, eğitimin bireylerde sürekli gelişen ve değişen dünyayı anlayabilecek bir donanım üretmesi, içinde yaşadıkları toplumda olup bitenleri sorgulayabilecek, yanlışı-doğruyu görebilecek, tartışabilecek bir donanımdadır, beyinlerinde-yüreklerinde adalet ve vicdan duygusu, aklını kullanabilme yetisindedir… Unutulmamalıdır ki demokratik eğitimin içselleştirilmediği bir toplumda demokratik kültür ve değerler hayat bulamaz. O nedenle “Eğitim her şeydir”…