Bu haftanın yazısında yaşanmış bir öyküyü sizlerle paylaşmak istedim:
*
Ayşe, Güneydoğu illerinden birinin köyünde yaşayan bir ailenin dört çocuğundan biriydi. Babası Ahmet, tütüncülük yapmaktaydı ve ilkokulu zor bitirmişti. Annesi Gülbahar ise hiç okuyamamıştı.
Ayşe, en büyük çocuk olduğu için hem annesine ev işlerinde yardım ediyor, hem de kardeşlerine bakıyordu.
İlkokula başladığı zaman çok mutlu oldu. Sevgi öğretmenini çok sevdiği için ödevlerini büyük bir hevesle yapıyordu. Kısa sürede okumayı söktü ve öğretmeni yakasına kırmızı kurdele taktı. Sevincinden uçarak evine giden Ayşe, anne ve babasına kırmızı kurdelesini gösterdi. Gülbahar, kızının yanaklarından öptü, Ahmet ise, " Aferin kızım" dedi.
Derslerine çok çalışan Ayşe, sınıfın en çalışkan öğrencisi olmuştu. Hayalini Sevgi öğretmeni gibi ilkokul öğretmeni olmak, süslüyordu. Gece rüyalarında kendisini öğrencilerine ders anlatırken görüyordu.
Ve... Sonunda 5 yıl su gibi akıp geçti. İlkokulu 'pekiyi' dereceyle bitirdi. Ortaokulu okumak istiyordu ama babası,
"Seni okutacak gücüm yok, kızım" dedi. Ayşe'nin gözleri yaşardı, boğazı düğümlendi. Kasabaya okula giden arkadaşlarını gördükçe daha da üzülüyor ama elinden bir şey gelmiyordu.
Her gün sabah kalkıncs koyunları otlatmaya götürüyor; onları öğrencileri gibi görerek ders anlatıyordu. Akşam üzeri eve gelince annesine ev işlerinde yardım ediyordu; anası ekmek yaparken o da yemekleri yapıyor, sofrayı hazırlıyor, kardeşleriyle ilgileniyor, bulaşıkları yıkıyor, süt sağıyordu. İşleri bitirip yatınca yorgunluktan sızıp kalıyordu. Ertesi gün aynı işler yine onu bekliyordu.
Günler, haftalar, aylar su gibi akıp geçti ve Ayşe, serpildi; dalgalı, uzun siyah saçlı, ela gözlü, güzel bir kız oldu. O' nu koyunları otlatırken gören köyün muhtarı Hasan, arkadaşı Mestan'ın oğlu, dozer operatörü olan Cüneyt'e layık görür. Muhtar, bu niyetini, köy kahvesinde gördüğü Hasan'a açtı. Ahmet' de,
"Düşüneyim" dedi. Eve gidince konuyu karısına açtı, O'da, " Nasipse olur, gelsinler, görelim" dedi.
Gülbahar, kızına durumu anlattı ve üç gün sonra görücü geleceklerini söyledi. Ayşe, bu sözleri duyunca çok üzüldü ama bir yandan da işlerden kurtulmak istediği ve şehir hayatı cazip geldiği için de sevinçliydi.
Anne ve kız, evi temizlediler, misafirler için pasta ve börekler yaptılar.
Görücüleri Muhtar Hasan getirdi. Damat adayı, annesi, babası, ablası ve eniştesi yan yana oturdular. Herkes birbirine hal hatır sorduktan sonra Muhtar Hasan, konuyu açrı,
"Allah'ın emri, peygamberin kavli ile kızını oğlumuza istiyorum. " dedi. Ahmet ise, " Allah yazdıysa olur" dedi. Kahveleri ikram eden Ayşe'nin heyacandan kalbi duracak gibiydi; göz ucuyla gördüğü damat adayını beğenmişti.
Cüneyt ise, Ayşe'yi çok sevdi ve sürekli onu süzdü. Muhtar, söz yüzüklerini taktı ve yaza düğün olacağını söyledi.
Düğün hazırlıkları yapıldı; kazanlar kuruldu, yemekler pişirildi, çalgıcılar getirildi. Ev bayraklar ile donatıldı.
Ayşe çok güzel bir gelin oldu. 'Gelin Alma' ya gelenleri görünce ailesinden ayrılmak zor geldiği için çok ağladı. Ata bindirilen gelini köylüler uğurladı.Gelin alayı, arabalara binerek şehre doğru gittiler. Evlerine varınca, gelin kapıdan girmeden önce başından para ve buğday serpildi. Bozuk paraları almak isteyen çocuklar hemen çullandılar.
Ayşe, yeni bir hayata başladı. Hiç görmeden evlendiği eşini ve ailesini tanımaya başlar. Kayınvalide Durdu, sürekli gelinine emir veriyor ve iş yaptırıyordu. Evlenınce İşlerden kurtulacağını düşünürken daha çok işin içine düşmüştü. Eşi, anasının ağzına bakıyor, yaptığı yemekleri beğenmiyor, " Annemin yemekleri daha güzel" diyordu. Ayşe' de onları memnun etmek için çaba gösteriyordu.
Aradan aylar geçince Ayşe gelin, hamile olduğunu anladı ve eşine müjdeyi verdi. Baba olacağını öğrenen Cüneyt, çok sevinmişti. Hamileliği zor geçen Ayşe, ev işlerini zorla yapıyor, İşler aksayınca kayınvalide hemen söyleniyordu.
Ve... Sonunda Ayşe'nin sancıları başladı. Hemen eve bir ebe getirildi. Zorlu bir süreç sonunda bebek dünyaya geldi. Kan ter içinde kalan Ayşe, rahat bir nefes aldı, bir kızı olduğu müjdelenince çok sevindi. Cüneyt ise sevinemedi. Çünkü, 'erkek adamın erkek oğlu olur' diye düşünüyordu. Bebek doğunca Ayşe'nin yükü daha da artı; bir yandan bebeğine bakıyor, bir yandan da ev işlerini yapıyordu. Bazen yetişemediği, bunaldığı ve sessiz sessiz ağladığı oluyordu.
Bir gün kayınvalidesi komşulara gezmeye kayınpederi de kahveye gitmişti. Eşi de işteydi. Evde çocuğuyla ilgilenirken, dışardan bir satıcının sesini duydu. Mahalleye çerçici gelmişti, her türlü ev eşyası satıyordu. Pencereden baktı; arabada renk renk plastik leğenler, çaydanlıklar, tabaklar, bardaklar ve her türlü ev eşyaları vardı. Gözü kırmızı leğene takıldı. Ağaçtan oyma lteknede çamaşır yıkamak zor geliyordu. Bebeğinin çamaşırlarını, bezlerini plastik leğende yıkamak istiyordu. Biriktirdiği üç-beş kuruşu satıcıya verdi ve kırmızı leğeni aldı. Kendi başına karar verdiği ve istediği eşyayı aldığı için çok mutluydu. Ancak leğeni eve götüremezdi. Aklına komşusu olan yaşlı teyze geldi, " leğenm bir süre sende kalsın, sonra alırım, " dedi ve hemen evine gitti. Gizli bir iş yaptığı için bir yandan da korkuyordu.
Akşam üzeri herkes eve geldi. Ayşe, hem bebeğle ilgilenmiş, hem de akşam yemeğini yapmıştı.
Ertesi günü Ayşe, odasında bebeğiyle ilgilenirken eve komşu teyze gelir. Komşusuna,
"Senin gelin benim eve leğeni bıraktı," der. Kayınvalide gelininin hırsızlık yaptığını düşünür, kocasına ve oğluna durumu anlatır. Gelinini çağıran kayınvalide onun hırsızlık yaptığını ve evden gitmesini ister. Ayşe, gözleri yaşlı bir şekilde, " Ben çalmadım, hırsız değilim, leğeni satın aldım, " dese de kimse inanmaz. Sonunda Ayşe'yi evden kovarlar ve bebeğini elinden alırlar. Cüneyt, anne ve babasının katı tutumu karşısında hiç birşey diyemez. Hiç suçu olmadığı halde kendisine yapıştırılan 'hırsız' yaftası altinda kalan Ayşe , gözyaşlarıyla koca evinden ayrılır. Artık, köyüne geri dönemez. Bir kere kayınvalidesiyle gezmeye gittikleri, annesinin de uzaktan akrabası olan Seferiye nenenin evine gider. Yaşlı nine, Ayşe'yi görünce çık şaşırır ama kendisi de bakıma muhtaç olduğu için evinde kalmasına izin verir. Birlikte yaşarlar.
Haksızlığa uğrayan, hısızlıkla suçlanan, evden kovulan, bebeğinden koparılan Ayşe, sürekli ağlar, genç yaşta saçları ağarır ve kederinden hasta olur.
Eşinden ayrılan Cüneyt'e annesi hemen kız bakmaya başlar. Sonunda akrabaları olan ve kendisinden çok küçük olan Fatma ile evlendirilir. Bu evlilikten biri kız, diğeri erkek iki çocuğu olur. Oğlu olduğu için Cüneyt, çok mutludur.
Ayşe'nin bebeği olan Leyla ise çocuğu olmayan bir aileye evlatlık olarak verilir. Leyla, kendisini büyütenleri anne baba bilir. Ancak okula başlayınca evlatlık olduğunu öğrenir.
Küçük Leyla, büyümüş, okumuş ve öğretmen olmuştur. Annesinin hayali, kızında gerçekleşmiştir.
Cüneyt, yıllar sonra kızını evlatlık verdiği aileyi bulup, kızına kavuşur. Leyla, evlenmiş ve iki çocuğu olmuştur. Leyla ve babası bundan sonra sık sık görüşürler.
Leyla, gerçek annesini çok merak eder. O'nun bir hırsız olduğu söylense de inanmak istemez. Annesinin izini araştırır ve onu bulduğunda hasta yatağında ölmek üzeredir. Kızına yıllar sonra kavuşan ve gözyaşlarına boğulan Ayşe, " Ben, hırsız değilim" der ve son nefesini verir.