Dünya, eşi benzeri görülmemiş bir krizle karşı karşıya; “İklim Krizi”.
İnsan faaliyetlerinin başlıca etkisiyle, dünyanın iklimi hızla değişiyor ve sonuçları giderek daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu kriz sadece çevremize değil aynı zamanda yaşam biçimimize de varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. İklim krizinin etkileri artık soyut tahminler değil, katı gerçekler haline geldi. Yükselen küresel sıcaklıklar, daha sık ve şiddetli sıcak hava dalgalarına, orman yangınlarına, kasırgalara ve kuraklıklara yol açıyor.
İklim krizinin, çevresel sonuçların ötesinde, insan hayatları üzerinde derin bir etkisi de var. Aşırı hava olayları can kayıplarına yol açmakta, toplulukları yerinden etmekte ve mevcut sosyo-ekonomik eşitsizlikleri daha da kötüleştirmektedir. Fakir, yaşlı ve savunmasız nüfuslar iklimle ilişkili felaketlerin yükünü taşımaktadır. İklim göçmenleri; yeni bir kavram ama önümüzdeki yıllarda çok duyacağız.
Değişen hava değerleri tarımsal üretimi bozarak gıda kıtlığına ve fiyat dalgalanmalarına yol açarken, bu da küresel gıda güvenliğini etkiler. İklim değişikliği kaynaklı olarak Türkiye'de suyun azalmasına neden olan gıda-su-enerji ilişkisi, Türkiye'nin gıda ihracat gelirlerini ve uluslararası gıda tedarik zincirlerindeki rolünü tehlikeye sokuyor. Bu durum, Türkiye'nin kendi gıda güvenliği ile birlikte, gıda ihracat gelirleri ile uluslararası gıda tedarik zincirindeki konumunun tehlikeye girmesine yol açıyor.
Gelelim asıl konumuza; devam eden iklim krizi ile kömürle çalışan elektrik santralleri arasındaki zararlı bağlantı her zamankinden daha belirgin hale gelirken, dünya kritik bir kavşakta duruyor. Küresel ısınmaya katkılarına dair artan somut kanıtlara rağmen, bu tesisler çevresel çabalara uzun bir gölge düşürmeye devam ederken konunun uzmanları sürdürülebilir enerji kaynaklarına geçişin acil ihtiyacı konusunda sert uyarılar yapıyor. Peki, biz ülke olarak ne yapıyoruz?
Orman yangınları Akdeniz havzasının kıyılarının ve adalarının birçok bölümünü harap ederken. Cezayir, Tunus, Sicilya, Yunanistan çok büyük yangınlarla mücadele ederken, Akdeniz'in birçok bölgesi kaydedilen en uzun sıcak hava dalgasıyla karşı karşıyayken, güzeller güzel Akbelen Ormanı’nda maden sahası açmak için ağaçları kesiyoruz.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change-IPCC), acil ve önemli bir önlem alınmadığı takdirde geleceğe dair tüyler ürpertici bir tablo çizen en son raporunu geçen yıl yayınladı. Açık ve net olan durum, hükümetler gaz emisyonlarını azaltma yönünde önlem almazsa iklim krizi derinleşecek. 2015 yılında Paris Anlaşması'nın imzalanmasından bu yana, iklim değişikliğini 1.5°C hedefine sınırlamak iklim krizi çalışmaları arasında hayati öneme sahiptir. İklim değişikliği küresel olarak toplumları etkilemektedir ancak 1.5°C'nin üzerindeki bir sıcaklık artışı, iklim değişikliğine son derece duyarlı bölgelerde yaşayan 3 milyardan fazla insan için sınırsız felaketlere yol açacaktır. Bu hafta Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change-IPCC)’nın AR6 sentez raporunun yayınlanması ise dünyanın 1.5°C hedefini kaçırmaya ne kadar yakın olduğunu ve bunun toplumlar için ne anlama geldiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. IPCC raporu, Türkiye'nin iklim değişikliğiyle mücadelede benimsediği "bekle ve gör" politikasını terk etmesi ve iklim bilimine uygun olarak harekete geçmesi gerektiğine dair bir uyarı niteliği taşıyor. Ülkemizin küresel çözümün bir parçası olmak için kömüre dayalı enerji vizyonunu geride bırakması ve enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ve iklim değişikliğine uyum politikalarını etkili bir şekilde hayata geçirmesi gerekmektedir. Bilim bize bunları söylerken yaşadığımız bu son Akbelen Ormanı hadisesini aslında bir özet.
Gelelim işin kömür ve iklim kiriz ilişkisine. İklim değişikliğine çok sayıda faktör katkıda bulunurken, kömürle çalışan termik santraller başlıca suçlulardan biri. Bu dev tesisler atmosfere çok miktarda karbondioksit (CO2), metan ve diğer sera gazları salarak dünyanın ısınmasını ve bunun yıkıcı sonuçlarını artırıyor. Kömür, karbon yoğun bir fosil yakıt olduğundan, kömürle çalışan elektrik santrallerinin işletilmesi muazzam miktarlarda CO2 yaymaktadır. Bu tesisler, sera etkisini hızlandırarak ve yükselen sıcaklıkları besleyerek, küresel CO2 emisyonlarının önemli bir yüzdesini oluşturuyor. Emisyon azaltma teknolojilerindeki ilerlemelere rağmen, kömürle çalışan termik santraller karbon nötr olmaktan çok uzak ve yıkıcı iklim değişikliği etkilerini azaltmak için küresel çabaların çok gerisindeler. İklim krizinin aciliyetini kabul eden birçok ülke, kömüre olan bağımlılıklarını azaltırken ve yenilenebilir enerji kapasitesini artırmaktadır.
Fosil yakıtlara sürekli bağımlılık, ekosistemler, ekonomiler ve insan refahı için geniş kapsamlı sonuçlarla birlikte küresel iklim acil durumunu şiddetlendirmekle tehdit ediyor. Yenilenebilir enerjiyi benimsemek, sağlam politikalar uygulamak ve sorumlu endüstri uygulamalarını teşvik etmek, yaklaşmakta olan çevre kriziyle yüzleşme umudunun temel direkleridir. Bu küresel umudun yereldeki yansımasını ise Akbelen’de görüyoruz. Milas, Bodrum tüm Muğla ve hatta ülkemizin tüm çevre ve doğa severleri bu umudu besliyor. Dünya Çin, Güney Afrika, Hindistan gibi ülkelere rağmen bu acil kömür sorununu ele almak için birleşirken, kömürden uzaklaşma sadece bir gerekliliği değil gelecek nesiller için “sürdürülebilir bir gelecek” oluşturmak için fırsatı da temsil ediyor. Bu anlamda ise Milas-Muğla aslında Akbelen Ormanı’ndaki mücadelesiyle geleceğe sahip çıkıyor....