Hollanda hastalığı, ani zenginleşme kaynağına kavuşan bir ekonomide mevcut üretim faktörlerinin diğer üretim alanlarından çekilip yeni kaynağa yönelmesi sonucunda toplam üretimin azalmasına denir. İlk olarak 1960'lı yıllarda Hollanda'da doğalgaz bulunması sonucunda böyle bir durum gözlemlendiği için Hollanda Hastalığı adını almış.
Tanımı daha basit hale getirirsek.Buna, bir ekonominin petrol / doğal gaz gibi bir kaynağın keşfiyle aniden zenginleşmeye başlaması ---> işsizlik ve istihdamda düşüş ---> toplam çıktıda daralma, diyebiliriz.
Hollanda 1960’lı yıllarda büyük doğal gaz kaynaklarını keşfetmişti.
1970’li yıllardaki meşhur OPEC krizleri ve Iran İslam Devrimi ile enerji fiyatlarının aniden yukarıya doğru sıçraması, Hollanda’nın keşfettiği doğal gaza olan talebi yükseltti. Artan talep Hollanda’ya çok büyük miktarlarda döviz girmesini sağladı ve ülke hızla zenginleşti.
Venezüella’da ise altı milyon hektar tarım arazisi, süpermarket zincirleri, kahve, süt işleme tesisleri, çimento endüstrisi, çelik endüstrisi, bankalar, deterjan fabrikaları, lastik fabrikaları, telekomlar vb. kamulaştırıldı.
Kamulaştırılmayanların döviz satın alma, ithalat satın alma, fiyat belirleme, kime satacaklarına karar verme girişimleri kısıtlandı. Ülkenin içinde bulunduğu siyasal, sosyal ve ekonomik sıkıntıları gündeme getiren muhalefet liderleri değişik suçlamalarla tutuklandı. Medya sansüre tabi tutuldu ve eleştiri yapamaz duruma getirildi. Bir süre sonra medyanın büyük bölümü el değiştirerek hükümet yanlısı ellere devredildi. Birçok olayın yayınlanması yasaklandı. Üretimleri devlet tarafından organize edildi. Kamulaştırma piyasa mekanizmasında bir yıkım yarattı. Kamulaştırma olsun özelleştirme olsun halka değil yandaşa yarar sağladıkça hükümelerin hayatta kalması er geç mümkün olmadığından, 30 milyon nüfusa sahip Venezüalla’da 2014 yılından bu tarafa 5 milyon kişi göç etti. Kaynak: Ricardo Hausmann, 1992'den 1993'e kadar Venezuela'da planlama bakanı ve Venezuela Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyesi.
Bizde de:
-Venezüalla, petrol geliri zenginliğini nasıl çar çur ettiyse, elinde petrol zenginliği olmayan ancak, Atatürk’ün kurduğu kamu iktisadi teşebbüsleri, fabrika, tank palet savunma sistemi, tarımsal üretim ve 100 den fazla istihdam yaratan zenginlik üstüne istihdam yaratacak ek üretim tesisi kurmadan iktidarın birikimimizi Araplara satması çarçur etmesi olmamalıydı.
-Nüfusa oranla doğum oranı yılda % 2 artan ve nüfusu 80 milyona ulaşmış bir ülkede, halktan asgari 3 çocuk yapması istenmesi sanayide ve tarımda reform yaparak istihdamı artırarak gelir elme yolu aranacağına, imam hatip ve cami sayısını artırma tercih edilmemeliydi.
-Kendi ülkende yatırımları iç dinamik girdilerini kendi işçinin istihdam eksiğini gidermek yerine, 5 milyondan fazla Suriye’li göçmeni mezhep ayrımcılığı yaparak istihdama sokarak işvereni, kayıt dışı sigortasız ucuz işçi çalıştırmaya yönlendirme yolu açılmamalıydı.
-Bir ülke insanlarını senden benden ayrımı yaparak kurumlarını, eğitimini, tarikat baskısı istemlerini, kadını itibarsızlaştırarak ve Kuran ayetlerini (NAS süresi) devreye sokarak halkı Araplaştırılma ve sıkışınca da OHAL ilanı etmeyi düşünecek hale getirmeyi değil, ŞİMDİKİ HAL’in düzeltilmesi gerçekleştirmek olmalıydı.
Bütün üretim kesimlerin Araplaştırılması işsizlik, enflasyon ve doların yükselişinin önlenememesi halkın alım gücünü tabana indirdi. Büyük moralsizliklerin önü alınamaz oldu.
Venezuela taksisi olan ama, benzini olmayan ve benzin alacak parası olmayan bir taksi şoförü gibi. Biz ise hem taksisi hem benzini olmayan ayranı yokken,” Biz her gece Heybeliada’da mehtabu izlemeye giden” değil, iki tek atınca da Ay’a gitmeye kalkan trajik bir durum yaşamaktayız.