Günün her saatinde sıkça görülebilecek bu ve benzeri olaylar karşısında sinirlenmemek elde değil. Hedefim, bant sıyırmadan veya uzviyeti mekanik tecavüze (!) uğratmadan öbür tarafa gitmek. İtiraf ediyorum, beni de yanlış yetiştirmişler…
Neyse yine de bir şeyler yapmalıyım… Nasıl mı? Delice işler yaparak; ama kuzgunu tavus kuşu tüyüyle süslemeye kalkmadan.
İfrat
---Görgüsüzlükten
---Bir şeyi ispatlamaya kalkmaktan
---Umursamazlıktan, olabilir.
Gaflarım
*Azeri subayın başını geriye yatırarak yakıt ikmali yaparcasına votka içmesi, neyin ifradı olarak gösterilebilir? Bilerek enjekte edilmiş bir kültürün ifradı denebilir.
*Yunanistan’dan yeni gelmiştik. Türkiye’de Türk ve Yunan takımları milli maç yapmışlar ve Yunan takımı yenilmişti. Otobüsle giden bir taraftar grubunun önüne geçtik. Öğrendiğimiz Yunanca kadarıyla iyi yolculuklar diliyorduk. Bize karşı yaptıkları hareketler ve bağırışların tuhaf olduğunu hissetmiştik. Biz onlara el kol sallarken onlar saatsiz kol (!) gösteriyordu…
*Bazen insan boş bulunabiliyor. Söylediğinin kime veya nereye gideceğini kestiremeyebiliyor. Bunun sonunda yaşanan mahcubiyet işin cabası; ama telâfisi de mümkün olmayabiliyor. Gazeteci arkadaşım Hayrettin ile Çiçek Pasajı’nda oturmuş sohbet ediyorduk.
Bir mimar hakkında düşündüklerimi olumsuz şekilde dile getiriyordum. Kendisinden de “Rölövesi bozuk herif” diye bahsediyordum. Gözüm bir ileri masaya kaydığında onu bana bakarken görmüş ve frene basmak gerektiğini hissetmiştim.
*Bir sarhoşun karşısındaki kişiye yaptığı sözlü taciz, kendi vücudunda ayık/ların yaratabileceği bedensel tahribata dönüşebiliyor. İşte size tahrip edici bir sözler,
---Seni şaftı kaymış karı,
---Yarım dünya aşüfte
---Sıklet-i muzırra kestane?
---Şaşıyla yatmış kör kalkmış yosma
Mevki hastalığı
İstikbal kaygısı, bazı insanları fikir beyan etmeksizin pısırık kalmaya iter. Kendilerine verilen emirleri ve yapılan uyarıları “evet efendimci” tavırla dinlemeyi severler. Not alması gereken aksaklıklara kendi çapında çözüm önerilerini de ekleyerek amirlerine sunmak, o kişiler için hem tembelliğin asaletine (!) ters düşer hem de “habbeyi kubbe yapmak” istemezler.
Eskiler, makamın asaletini ve kişinin olgunluğunu vurgulamak için “makamı doldurmak” (makamın hakkını vermek) şeklinde ulvî bir yakıştırma yapmışlar.
Bu olgunluğa erişemeyen veya başka tarafıyla kavramaya çalışanlar, “doldurmak” eylemini “içine etmek” şeklinde algılayabiliyorlar.