Enes Kara daha 20 yaşında.
Fırat Üniversitesi tıp fakültesi 2’nci sınıfında okuyan bir genç.
Yaşadığı apartmanın 7’nci katından atlayarak intihar etti.
Enes, babasının baskısıyla cemaat evinde kendisinden başka 4 arkadaşıyla birlikte kalıyordu.
Babası kimseden şikayetçi değilmiş,
ama basında çıkan haberler için suç duyurusunda bulunacakmış.
Gencecik oğlu ölmüş ancak cemaatin zararını görmemiş.
Utanmasa oğlu intihar ettiği için cemaatten özür dileyecek.
Risale okuyan, dini sohbetler yapan 25 yıllık bir öğretmen olduğunu söylemiş.
Enes ne ilktir, ne de son olacaktır!
O bu coğrafyada hüküm süren karanlığın kurbanıdır.
Türkiye’de yaşanmış en utanç verici olaylar, cinsel istismar,
cinayet ve intiharlar cemaat ve tarikat yurtlarında oluyor.
Ensar vakfındaki 9-10 yaşlarındaki erkek çocuklarına yapılan tecavüz olaylarını biliyorsunuz.
Hani Aile Bakanı ‘bir kereden bir şey olmaz!’ demişti.
Cemaat yurdunda bir genç deccal denilerek başı kesildi ama kimsenin gıkı çıkmadı.
Boğazı kesilerek öldürülen o gencin çığlığını atabilseydik keşke.
Bir yanda intihara sürüklenen gençler, diğer yanda öldürülen kadınlar.
Yaşadığımız dönemin özeti oldu.
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuyan Enes Kara’nın intiharıyla tarikatlar tekrar gündeme geldi.
Enes Kara kendi anlatımıyla baskıyı ve psikolojik şiddeti kaldıramayıp intihar etmiş.
Bu olay intihar değil resmen cinayettir.
Çünkü her intihar toplumsal bir cinayettir!
Bu ülkede onlarca yıldır öğrencilerin yurt sorununu çözmemek,
ve zor durumdaki ailelerin çocuklarını cemaat yurtlarına mecbur bırakmak,
sistematik bir politika olarak süregelmektedir.
Daha yolunun çok başındayken yaşamaktan vazgeçiren her kim varsa hepsine lanet olsun!
Gencecik bir insanın gülüşünü çaldınız.
Arkasından Allah onu bizden daha çok seviyormuş ki yanına aldı,
fıtratı, kaderi böyleymiş demiyorlarsa ben bir şey bilmiyorum.
Sorsan devlet eliyle dindar nesil yetiştiriyoruz.
Benim zoruma giden ne biliyor musunuz?
Geride kalanlar hayatlarına kaldıkları yerden devam edecekler,
ve suçu asla kendilerinde bulmayacaklar.
Ben buna yanıyorum.
En ufak bir vicdani rahatsızlık hissedeceklerini, pişmanlık yaşayacaklarını düşünmüyorum.
Demek ki, itikadı zayıfmış deyip vicdanlarını rahatlatacaklar.
Ailesi ve tarikatlar bu gencin yaşamına çökmüşler.
O yaştaki gencimizin derslerine, kariyerine odaklanması,
gezmesi, eğlenmesi, sinema, tiyatro gibi etkinliklere katılması,
hayaller kurması gerekirken intihar etmesi hiç normal değil.
Siyasal İslam’ın kapitalizmle müthiş uyumu, insan psikolojisini yitirmesinde,
ve geleceğe dair umudunu yok etmesinde oldukça başarılı.
İnsanı Allah'tan, imandan, dinden tiksindirdiler.
Tarikatlarınız batsın sizin!
Geride bıraktığı video ve mektup çok manidar.
Gencecik bir delikanlının çaresizliğini izledim ben.
Tarikat yurtlarında yaşananları gözler önüne sermiş.
Gözlerim dolarak izledim videosunu, öfkelenerek okudum bıraktığı notu.
Çok yazık çok.
Bu videoyu izleyip de, hala bu ülkeyi tarikatlara, cemaatlere,
ailene ve bu düzene dar etmeyen, ben dahil herkese yazıklar olsun!
Bu ayıp hepimizin, bu cinayeti hep beraber işledik biz!
Babası için pek bir şey yazmaya gerek duymuyorum.
Çocuğu intihar etmiş adam hala risale okudum, çok iyi yıllardır okuyorum falan diyor.
Çıkmış bir de ‘kimseden şikayetçi değiliz’ demiş.
Bu ülkede tecavüze uğrayıp ailesine anlatamayan, ailesini inandıramayan insanlar var.
Tarikatların ve bunlara göz yuman siyasi iktidarın,
gençlerin umutlarını ve hayallerini çalıp, hayatlarını nasıl mahvettiği gerçeğinin,
en sert örneklerinden birine daha şahit olduk!
En duygulandığım bölüm şu oldu.
‘Anneme söz vermiştim, işe başlayınca fırın alacaktım, fırın istiyordu babam almıyordu.
biraz param var anneme fırın alın, kalanı da ortanca kardeşime verin.
Aileme sesleniyorum daha anlayışlı yaklaşın.
Kardeşim istemiyor ama İmam Hatip’e gidiyor.’
Seni hiç tanımasam bile senin için üzülme sebebim oldu bu cümleler.
Ölüme giderken ‘anneme fırın alın’ ne demek ya?
'Umarım beni anlıyorsunuzdur' demesi karşısında dondum kaldım.
Siyasal İslam'ın insanlara moral ve keyif veren her şeye düşmanlığının en somut örneği.
Yobaz ve bağnaz bir zihniyete kurban gitti.
Bir tıp öğrencisi, geleceğin aydınlık yüzü, maalesef ortaçağ karanlığı tarafından katledilmiştir.
Umutsuz, hayalsiz, yaşamdan beklentisiz, araplaşmış, çirkinleşmiş,
fakir ve vasıfsız bir toplum hayali kurdular,
ve maalesef ki bunu da fazlasıyla gerçekleştirdiler.
Gençleri hayal kuramaz hale getirdiler.
Cemaatlerin, liderlerin peşine takılan, hayatı bir gün sorgulamamış kişiliksiz, karaktersiz insanlar yetiştirdiler.
İbadetlerini bile insanların gözüne sokarak şov yaptılar!
Yıllarca FETÖ’nün dershaneleri, okulları hep abilerle, ablalarla doluydu.
Atatürk'ün hedeflediği o aydınlık gelecekten, çağdaş uygarlıktan çok uzağız.
Bu ülkenin kurtuluşu tüm cemaatlerin yok edilmesinden geçmektedir.
Aslından bu ülkedeki milyonlarca genç intihara meyilli yaşıyor.
Çünkü ne kendi hayatlarına yön verebiliyorlar,
ne de bunun sorumluluğunu alabiliyorlar.
Yalnız, yapayalnız bir nesil yetiştiriyoruz.
Dayanışma ruhundan ve kolektif hareketin bilincinden uzak,
kendi başına mücadelesini vermeye zorlanan teker teker yaşayan bir nesil.
Artık yan yana, kol kola, bir araya gelemiyorlar.
Karl Marks’ın dediği gibi,
‘Eğer intihardan biri suçlanacaksa, suçlanması gereken geride kalan insanlardır,
çünkü bu güruh arasında intihar eden insan için,
uğruna hayatta kalmayı hak edecek bir kişi bile yoktur!’
‘İntihar geride kalanlara yönelik ağır bir suçlamadır!’ demiş şairin biri.
Enes’in intiharının suçluları dinde zorlama yoktur deyip her türlü baskıyı kuran,
bireyselleşmesine, kendi seçimlerini yapmasına izin vermeyen,
önündeki onca seçeneğe rağmen kendini çaresiz hissetmesine neden olanlardır.
Bu ülke ortaçağ karanlığından kurtulması gerekiyor.
Kendi çocuğunu cemaatlere peşkeş çeken zihniyetlerden kurtulmak gerekiyor.
Kim bilir daha kaç gencimiz, bir boşluğun içinde,
kendi minik kurtuluşlarını zafer sanarak yaşamaya devam edecek.
Kaç kişi bu sinikliğin içinde yitip gidecek ve Enes gibi hayatından vazgeçecek.
Tek fark Enes sessizce yitip gitmedi.
Şartlar ne olursa olsun kendi doğrularını ve inançlarını,
evlat sevgisinin bile önünde tutan katıkşıksız bir bağnazlık ve cehalettir bu!
Dinin sorgulanamaz gölgesi altında cemaatler ve müritler diledikleri gibi cirit atmaya devam ederler.
Enes’in bu kadar genç yaşta tükenmesi ve vazgeçmesine çok üzüldüm.
Bir çoğumuz zaten küçük bir ışık için hayattan vazgeçmiyoruz,
keşke o da o ışığın umuduna kapılıp devam etseydi diye düşündüm.
Sonuç olarak bir ülke kendi gençliğini yok ediyor.
Nasıl mı?
Önce umutlarını öldürüyor sonra ruhlarını daha sonra bedenlerini.
Ya Kılıçdaroğlu’na ne demeli?
Neymiş? Açıklama yapması etik değilmiş, zamanı gelince yapacakmış!
Biraz umudum vardı, o da kayboldu gitti.
Onun da bunun da oyunu alayım derken dut yemiş bülbüle döndü.
Söz konusu tarikatlar, cemaatler olunca neden susuyorsun?
Hiç kimse sana Enes’in videosunu veya mektubunu paylaş demiyor.
Tarikat ve cemaat evlerinde, yurtlarında on binlerce genç baskı altında,
gençler nefes bile alamıyor ve sen çıkıp hala etikten bahsedebiliyorsun!
Ne şiş yansın ne kebap yansın kafasıyla bir yere varamazsınız!
Seni de koruyamadık Enes!
Ne koruyabildik, ne de savunabiliyoruz, ne işe yarıyorsak artık biz?
Ne diyebilirim ki,
çiçek gibi insanların dallarını kıranların bahçeleri bahar görmesin!
Şair Halil Cibran bir şiirinde gerekeni söylemiş.
‘Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler,
ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
*** *** *** *** *** *** ***
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz!’
Hoş kalın, İnançla ve Dirençle kalın!