Tuhaf bir millet olup çıktık. Neye sevinip neye tepki göstereceğimizi bile şaşırdık.
Tuttuğumuz futbol takımımız şampiyon olunca sokaklara dökülüyoruz, gösteriler yapıp sevince boğuluyoruz. Ama çocuklarımızı yetiştiren milli eğitim müfredatını molla eğitimine çevirip, dini derslere ağırlık veriyorlar da, kılımız bile kıpırdamıyor. Geçim derdinden, pahalılıktan ve enflasyondan belimiz bükülüyor ama, yabancı futbol antrenörlerine ve oyuncularına milyarlarca doları gözümüzü kırpmadan, sanki zengin bir ülkeymişiz gibi hovardaca dağıtıp duruyoruz.
Tasarruf yapmalıyız diyoruz, milletin vergilerini kafamıza estiği gibi harcamaya devam ediyoruz. Tasarrufa tepeden değil, zemine yakın noktalardan başlıyoruz. Milletin vergiden anası ağlıyor. Halk her attığı adımda, her şeye dolaylı dolaysız vergi veriyor. Tuttuğumuz takımın attığı gole çıkan sesin onda birini bile duymuyoruz toplumda. Kendi ülkemizde, kendi topraklarımızda yabancı duruma düşürüldük, ne idüğü belirsiz milyonlarca Arap’ı besliyoruz da, insanımızın geçim zorluğu çığlıklarına kulağımızı tıkıyoruz. Dedim ya, tuhaf bir toplum olduk çıktık.
Türkçe’miz bozuldu. Dilimize yabancı lisanlardan yüzlerce kelime sokuldu. Müziğimiz arabeskleşti. Eğitim düzeyimiz çakıldı adeta. Devlet okullarından çok özel okul açtık. 3 katlı apartmanlara Üniversite izni verdik. Önümüze geleni profesör yaptık. O profesörlerin yetiştirdiği gençlerimiz, çakma üniversitelerden ortaokul seviyesindeki bilgiyle mezun oluyorlar. Biz de kalkmış 200 Üniversitemiz var diye seviniyoruz. Millet çocuğunu imam hatibe dönen okullara göndermemek için, özel okullara astronomik ücretler ödüyor. Kız imam hatibi olur mu, hiç hanım imama rastladınız mı bir yerde? Yok, ama okulları var işte ve her yıl çok sayıda mezun veriyor.
Aziz Nesin’den sonra iyi bir mizah yazarı çıkaramadık. Oysa ülkemizdeki gerçekten komik ve gülünç uygulamaları yazmaya kalkışsalar var ya, kısa zamanda binlerce Aziz Nesin yetiştiririz. Düşünsenize bir, güzelim doğamızı rezil ediyoruz, ormanlarımızı mahvediyoruz, güzelim koylarımızı, denizlerimizi, göl-nehir ve akarsularımızı berbat edip duruyoruz. Önümüze gelene binlerce maden ruhsatı dağıtıp, Türkiye’mizin tüm doğal değerlerini delik deşik hale getiriyoruz da, umurumuzda bile değil çoğumuzun. Elimizdeki telefonlarla oynayıp, mesajlaşıp, duruyoruz devamlı.
20 yıldan fazladır öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, ne olup bittiğinden hiçbirimizin haberi yok. Öğrenme imkânı bile tanımıyorlar kimseye. Yönetim ne derse o… Yahu bizim vergiler nereye gidiyor, her yere uçacak yolcusu olmayan havaalanları yapıyorsunuz, bomboş duruyor. Sahip olduğumuz her şeyi sattınız, her şey yabancı şirketlerin eline geçti. Devletinkileri elden çıkardığımız yetmiyormuş gibi, özel ve değerli şirketlerimizi bile yabancılar kapıştı. Devleti şirket gibi yönetiyor, ehliyet ve liyakata göre değil, bizi destekleyenleri atıyoruz çok önemli görevlere.
Yaptığımız yanlışları ve yönetim skandallarını yazmaya kalksak, kitap değil ansiklopediye bile sığdıramayız olanları. Son olarak Toprak Mahsulleri ofisinden 3000 ton buğday çalmışız, tam 300 tıra dolu buğdayımız uçup gidiyor da, futbolda bir gole çıkan ses kadar bir gürültü bile duyamıyoruz.
Tepki göstermeye kalksak, Anayasal hakkımızı kullanıp bir meydanda toplansak, su fışkırtan panzerleriyle ve biber gazlarıyla polisleri sürüyorlar üstümüze. Atanamayan öğretmenlere, hak arayan emeklilere, sağlık çalışanlarına öyle yapmadılar mı? Şimdi polisler haklı olarak köle gibi çalıştırılmalarına son verilmesini istiyorlar ama onlar da seslerini duyuramıyorlar işte.
Yahu biz demokrasiyle yönetilmiyor muyuz? Seçimle gelip gitmiyor mu yönetimler? Öyleyse kim seçiyor bunları? Milletin çoğunluğu değil mi?
O zaman söyler misiniz, yaşadığımız bu rezaletlerin ve kötü yönetimin suçlusu kim? Demokrasi mi, demokrasiyi sağlıksız uygulayan yönetimler mi, yoksa biz miyiz, yani millet mi?
Arıza millette galiba…