Uzun süredir ülkenin yaşadığı acıyı, felaketi yazmak istiyorum, yüreğim elvermedi. Ülke tümüyle cenaze evine dönüşmüş, halkımız olağanüstü bir duyarlılıkla her tür ayrıştırıcı dili aşarak birlikte deprem bölgesiyle dayanışma üretiyordu. Bilgisayarın başına geçtiğimde Hollanda’da yaşayan Maraş doğumlu Sevgili Karsu’nun Hollanda TV kanallarında deprem yardımı için düzenlenen konserde Neşet Ertaş’ın “Neredesin Sen” parçasını olağanüstü yorumunu nemli gözlerle izledim. Karsu’nun sesindeki, yorumundaki çığlığı, acıyı hissetmemek mümkün değildi. Resmi rakamlara göre 40 bini aşan can kaybını yaşadığımız deprem ulusal düzeyde olduğu kadar insanlığın evrensel vicdanını da ayağa kaldırdı. Depremin ilk günlerinde Yunan devlet televizyonu ERT sabah yayınında deprem yıkıntılarını verirken “Ben seni sevdiğimi de dünyalara bildirdim” adlı Karadeniz türküsünü empati adına yayınlıyordu. Dünyanın dört köşesinden gelen yardım ekipleri, yapılan yardımlar, yardım kampanyaları ortak vicdanın ayağa kalkmasıydı.
DEPREM ÖNCESİNE DAİR BAZI NOTLAR
Bu felaket, kaybettiğimiz canların aziz hatıraları adına tüm boyutlarıyla mutlaka irdelenmelidir ve de sorgulanmalıdır. Deprem öncesi dönemlere dair ülkeyi yönetenlerin popülist “imar affı” politikaları, ülkedeki egemen rant kültürü bu felaketi büyüten önemli nedenlerdendir. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun ve basının dile getirdiği Binali Yıldırım’ın yakınlarının Kızılay yönetiminde liyakatsiz konumlarıyla olması, yani Kızılay’ın işlevsel hale getirilmesi, liyakatsız İlahiyat çıkışlı yönetim kadrolarının doldurulduğu AFAD oluşumu felaket öncesi büyük yıkıma giden süreçte önemli parametrelerdir. Siyasal iktidarın imam hatip, ilahiyat çıkışlı liyakatı gözetmeyen kadrolaşma politikası Cumhuriyetin yarattığı kurumlaşmayı yok etmiştir. Siyasal iktidarın akıl ve bilimi temel almayan her alandaki yönetim anlayışı felaketin büyüklüğünün önemli nedenlerindendir. Son olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yarattığı “talimat almadan” bir şey yapmamaya öne çıkaran uygulamaları bu sistemin iflasını net bir şekilde ortaya koymuştur.
DEPREM SÜRECİNDEN NOTLAR
6 Şubat sabahı 11 kentimizi etkileyen deprem sürecinde basının ve halkın yaygın bir şekilde tanık oldukları, dile getirdikleri gibi depreme ilk iki günde müdahale edilmemesinin kayıpların artmasına neden olduğu çok açıktır. Bu süreç mutlaka tüm yönleriyle araştırılmalıdır… Ayrıca ülkeyi yönetenlerin böyle bir felakette neler yapılacağına ilişkin bir yol haritalarının olmadığı da görüldü. Koordine olamayan, hızlı ve teknik bir organizasyon üretemeyen kamu yönetimi karşımıza çıktı. Bu süreçte solcu, ülkücü, muhafazakar, Kürt, Alevi tüm yurttaşlarımız büyük bir dayanışmayla, omuz omuza depreme el verirken iktidar sözcüsünün “Cumhur İttifakı olarak bölgedeyiz” şeklindeki ayrıştırıcı demeci tam bir akıl tutulmasıydı. Yine İçişleri Bakanın “Biz İstanbul depremine hazırlanıyorduk… Haz etmediğim bir partinin de çadır kurmasına izin verdim” şeklindeki demeçleri de şaşırtıcıydı. Tüm bu süreçler yaşanırken Karabük Üniversitesi Safranbolu Mimarlık Fakültesi dekanlığına bir ilahiyatçının atanması tam bir ironiydi. Bu atama günümüz Türkiye’sinin yönetim anlayışının somut kanıtıydı. Ülkede yaşanan büyük acıya rağmen sisteme selam çakmak adına yapılan bu atama sosyal medyanın ve basının büyük tepkisi ile geri alındı. Bir başka garip açıklama Din İşleri Yüksek Kurulunun yani Diyanet’in fetvasıydı. Depremzede çocuklara ilişkin "evlat edinenle evlatlık arasında evlenme engeli olmadığı" şeklindeki anlamsız açıklamasının ülkenin içinde bulunduğu ruhsal enkazda büyük tepki gördüğü çok açıktır.
DEPREM SÜRECİNDE ÜNİVERSİTELER VE EĞİTİM
Bu deprem süreci gösterdi ki ülkeyi yönetenler olağanüstü durumlarda önce eğitimi feda ediyorlar. Eğitime bakışları böyle… Ulusal Kurtuluş Savaşı sürerken 16 Temmuz 1921'de Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal başkanlığında Ankara'da "Maarif Kongresi” toplanmıştır. Savaş koşullarının tüm ağırlığına rağmen ortak aklı üretme anlamında kongre toplanmış ve ülkenin geleceğine ilişkin kararlar alınmıştır. Ülkeyi yönetenlerin Cumhuriyet Eğitim Devrimi sürecinden öğrenecekleri çok şey vardır. Siyasal iktidar, acele karar vererek üniversitelerdeki eğitimi Covid-19 dönemindeki gibi “online eğitime” dönüştürmüş öğrenci yurtlarını depremzedelere yerleştirme kararı aldı. Online eğitim, “eğitim değildir… Mış gibi yapmaktır”. Tüm toplum kesimleri bu karara itiraz etti. YÖK yeni bir karar alarak Nisan ayında durumun yeniden görüşüleceğini açıkladı. Depremzede yurttaşlarımızı mutlaka yerleştirecek yer bulunmalı… Bu çok açık. Akdeniz ve Ege sahillerinde çok sayıda otel, misafirhane, kamp yerleri varken öğrenci yurtları seçimi büyük hatadır, yanlıştır. Ayrıca çok sayıda tarikat yurdunun bu amaçla kullanılmaması da anlaşılır bir durum değildir. Üniversiteler bu şekilde online eğitime geçilirken deprem bölgesinde çadırlarda Kuran Kursları açmayı anlamak da çok zordur.
DEPREM SONRASI SÜREÇTE STK’LARA YÖNELİK AYRIMCI YAKLAŞIMLAR
Deprem sonrası yardımlarda sanatçı Haluk Levent’in başkanlığını yaptığı “Ahbab Derneği” ve Oğuzhan Uğur’un yönettiği “BaBaLa-TV”, yerel yönetimler, çadır, kontayner, sağlık hizmetleri, yemek dağıtmak anlamında çok değerli çalışmalara imza attılar. Adeta toplumun vicdanı oldular. Kamusal yapılardaki tarikatçı yapılanmalar nedeniyle toplumun daha çok STK’lara katkı yaptığını tanık olduk. Bir güven sorunu olduğu çok açıktı… Özellikle yurt dışında yaşayan genç insanlarımız çalıştıkları firmaları harekete geçirerek Ahbab Derneğine bağış yaptıklarını gözlemledik. Bu süreçte siyasal iktidarın AFAD aracılığıyla bu yardımları kısıtlama çabaları depremin yarattığı dayanışma iklimine uygun değildi. Tarikat ve cemaatlara bu alan açık tutulurken STK’lara yönelik bu anlamsız yaklaşım büyük tepki gördü. Siyasal iktidar ayrıştırıcı dili ve yaklaşımları bu süreçte her alanda ortaya çıkıyordu.
NE YAPMALI?
Türkiye, bir deprem ülkesi… Ülkemizde bu gerçeklikle yaşayacağız. Fayın üzerine konut yapmayacağız, zemin analizi mutlaka yapılacak ve en son yapı yönetmenliğine göre inşaat yapacağız. Akıl ve bilim bunu söylüyor. Bilimin öngörüleriyle, eğitimle deprem yıkımını azaltmanın yollarını bulmamız gerekiyor. Kamuda, hayatın her alanında uzmanlığı önceleyen liyakatı temel almak durumundayız. Türkiye, en çok “Müteahhit” (Yüklenici) sayısına sahip bir ülke. Bu meslek dalı gözden geçirilmeli. Herkes yüklenici olmamalıdır. Yüklenici olmak için yeni koşular üretilmeli, bir eğitim düzeyi istenilmelidir. Yüklenicilere yönelik “meslek etiği, doğa, çevre, yaşam hakkı” anlamında değişik aralıklarla eğitim verilmelidir. Bununla birlikte yapı denetim merkezleri sadece ücretini almak için imza atan rutin yapılar değil, inşaatların tüm süreçlerini her adımda izleyen, kontrol eden yapılara dönüşmesini sağlanmalıdır. “İmar Affı” terimi ülkenin belleğinden tümüyle silinmelidir. Kamu ihaleleri şeffaf olmalı, kamusal yarar öne çıkarılmalı. Bu deprem TBMM’nde tüm boyutlarıyla tartışılmalı, araştırma komisyonu kurulmalı, bu süreçlerde hata yapanlar mutlaka yargılanmalıdır. Tüm bu süreçler eğitimle de desteklenmelidir. Ülkedeki eğitimin niteliği geliştirilerek tüm eğitim kurumlarında deprem, korunma, yaşam hakkı, barınma hakkı, çevre, doğa bilinci geliştirilmelidir.
SONUÇ
Ülkemiz ağır bir travma geçirmektedir. Deprem bölgesindeki insanlarımız en yakınlarını, mahallelerini, arkadaşlarını, hatıralarını kaybetmiştir. Bu büyük bir acıdır. Bu insanlarımızı kucaklamak durumundayız. Ülkemiz bunu başaracaktır. Kentlerimizi yeniden akıl ve bilimle doğa ve çevreye uygun olarak, hep beraber dayanışarak yeniden yapacağız. İnsanı temel alarak kimseyi ötekileştirmeden, ayrıştırıcı dil kullanmadan hep beraber ayağa kalkacağız. Kaybettiğimiz canların aziz hatıralarına sevgi ve saygıyla… Son söz Küçük İskender’de “üzülme gülüm!/ Toparlanacağız, birlikte/ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm/hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!“