64 YAŞ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Prof. Dr. Kemal Kocabaş
“Yüzümden bir şeyler aktı aktı/ İçim de menekşelendi Hilmi Bey/
Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk /Hiçbir yere gitmiyor” Edip CANSEVER
20 Şubat 1956 tarihinde bir kış günü, köyün geleneksel ebesi yaşlı teyzenin katkılarıyla sevgili anacağım beni dünyaya getirmiş… Bugün 20 Şubat 2020, bilgisayarımın başına geçtim ve “Ne Olacak Bu Memleketin Hali” başlıklı bir yazı yazmaya düşünüyordum. Sosyal medya aracılığıyla çok sayıda arkadaşım, dostum 64. Yaş günümü kutladığını görünce acısıyla, tatlısıyla akıp giden yılların, 64 yılın bir muhasebesini, tanıklığını yazmayı karar verdim. Edip Cansever’in yukarıdaki dizeleri gibi bitmeyen çocukluğumuzu anımsayarak.
Kavaklıdere, o yıllarda nahiye idi. Ama dilimizde orası hep bizim köyümüzdü… Yatağan’a 25, Muğla’ya yaklaşık 50 kilometre uzaklıkta kışları sert ve karlı geçen bir orman köyü idi. Çocukluğumun ilk üç yılını çok hatırlayamıyorum, ama sevgili Köy Enstitülü babamın çaldığı mandolin sesini hiç unutamıyorum. O yıllarda Kavaklıdere’de elektrik yoktu. Gaz lambası veya ocak ateşi ile akşam aydınlatması sağlanırdı. Kalabalık büyük ailemiz goca evde toplandığında oluşan sımsıcak beraberlikler ve sevgi dolu bir aile ortamı şekillenmemizde en önemli dinamiklerdi. O yıllarda halalarım, teyzelerim ve amcalarım doğum tarihlerinden çok üretim ve yaşam biçimlerinin şekillendiği “Yayla zamanı, harman zamanı, yabana gittiğimizde, keçiler doğurduğunda” vb. gibi dönemlerde doğduklarını anlatırlardı. 1960’lı yıllarda bizlerin ve büyüklerimiz için doğum günü kutlaması şeklinde bir gelenek hiç yoktu. İlkokul yıllarına kadar köy yaşamında çam ağaçları ile donatılmış bir doğal ortamda, tek maaşlı bir öğretmen ve çok yetenekli, sevgi dolu annenin sağladığı aile ortamında güzel ve özgür bir çocukluk dönemi geçti. Sonra 1962-1967 yılları arasında siyah önlük, beyaz yakalık, boyuna asılmış kocaman bir silgi ile ve üç numara saç tıraşıyla sevgi dolu, öğrenme merakımızı gerçekleştirdiğimiz ilkokul yılları… Günümüzde her gün sabah yaklaşık 1.5 milyon çocuğumuz taşımalı eğitim nedeniyle başka bir merkeze taşındığını biliyoruz. Eğitbilim ve çocuğun kendini yaratması açısından kendi sosyal çevresinde ilkokul eğitimi almasının ne denli önemli olduğunun altını önemle çizmeliyim. İlkokul yıllarımın bir önemli dönütü eğitimde nitelikli öğretmenlerin ne denli önemli olduğu gerçeğidir.
Kavaklıdere’de 1967 yılında ortaokul yoktu. Babam Cumhuriyetin en kıymetli eseri Köy Enstitüleriyle eğitim hakkına kavuşmuştu. Onun dileği bizim hayatlarımızın da eğitim yoluyla değişmesiydi. Sevgili babam bunun için her şeyi yaptı, abimi ve beni parasız yatılı ilköğretmen okullarını göndermeyi tasarladı, yaz aylarında sınavlara hazırladı her ikimiz sırayla Gönen ve Ortaklar ilköğretmen okulu öğrencileri olduk. Tüm Köy Enstitülü öğretmenler kendi çocuklarını ve köyün çocuklarının eğitim hakkına kavuşması için yaşam boyu savaşım içinde olmuşlardır. 1968 yılında Kavaklıdere’de babamın büyük çabalarıyla ortaokul açılır ve köyde yeni bir aydınlık pencere açılır. Sevgili babam da Köy Enstitülerindeki müzik eğitiminin ona kazandırdıklarıyla ortaokulda müzik derslerine girer.
1967-1972 Aydın Ortaklar İlköğretmen Okulunda parasız, yatılı, karma eğitim ilkokul sonrası yaşamımda yeni bir “devrim” oldu. 80 kişilik yatakhanelerde uyumak, bin kişilik yemekhanede hep birlikte karavanaya kaşık sallamak, okulun tarım alanlarında şarkılarla, türkülerle, hafta sonu sinema saatleriyle, ulusal bayram duyarlılıklarıyla ve her türlü sanat etkinliğiyle çocukluktan ilk gençliğe geçişin güzel yılları… Dayanışma, sevgi ve kocaman bir aile… Bu güzelim okulları kapatanları hiçbir zaman sevgiyle anmayacağım…
1972 Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık sınıfı, öğretmen okullu öğrenciler için yüksek öğretime geçişte çok önemli bir geçiş kapısıydı, aynı zamanda ülkedeki siyasal düşünce çeşitliliğin farkına vardığımız, tanıştığımız bir dönemin adıydı. 1972’de üniversite sınav soruları çalındı ve bu nedenle iki kez sınavlara girdik. O yıllarda soru çalma eylemini hangi organize güçlerin yaptığı hiç açıklanmadı. Sonra 1973-1978 arası Ege üniversitesi Fen Fakültesi fizik bölümü ve İzmir Yüksek Öğretmen Okulu öğrenciliği dönemi. Gözlerimizi, kulaklarımızı dünyada neler oluyor sorusuna yönelttiğimiz yıllar. Ülkenin sorunlarına karşı yurttaşlık ve gençlik bilinciyle yaklaştığımız, yanlışlara karşı itirazlarımızı yükselttiğimiz bir dönem. İlerici düşün dünyamızı zenginleştirdiğimiz, içselleştirdiğimiz bir dönem. Bizleri okutmak için çırpınan öğretmen baba ve o dönemin acıları iç içeydi o yıllarda. Son sınıfta ailedeki en önemli yapraklardan sevgili babamızı kaybettik. Yaşamımızdaki yeni süreci annem ve kardeşlerimizle tutunarak aştık. Şimdi düşünüyorum da sevgili babamın yaş gününü o yıllarda hiç kutlamamıştık.
1978 Mart ayında 22 yaşında Hakkari Lisesi fizik öğretmeniydim. Hakkari’de ilk kez ülkemin bu bölgesinde ana dili farklı güzel insanlarıyla ve bir başka ülke gerçeği ile tanışmıştım. Sümbül Dağı ve Zap Suyu ilk öğretmenlik dönemimin güzellikleri olarak beynimde hep yer aldı. Sonra 1978 yılında evlilik ve Konya liselerinde fizik öğretmenliği dönemim. 1979 yılında Konya Selçuk Üniversitesinde açılan sınavları başararak fizik bölümü asistanlığı ve sonra 24 yaşında sevgili kızımın hayata merhaba demesiyle babalık öyküm başladı. Kutuplaşmanın çok yoğun yaşandığı, düşünce farklılıklarını öldürme, yok etme gerekçesi olarak sayan karanlık bir dönemdi o yıllar. Sonra bir başka karanlık 12 Eylül faşizmi hayatımıza girdi. Enteresan bir şekilde sıfırlanan bir terör ama ülkenin yarısını ötekileştiren, zindanlara dolduran, her tür demokratik hakkı gasp eden bir 12 Eylül karşımızdaydı… Bu süreçten tabii ki biz de nasibimizi aldık ve üniversiteden atıldık. Yaklaşık iki yıl süren yoksulluk, yoksunluk ve ötekileştirmeleri aşarak yargıyla tekrar 1984’te üniversitedeydik. Bu dönemin bana ilettiği mesaj her daim mağdurdan yana olan vicdan çizgisini kaçırmama ve dünyaya bakışı ne olursa olsun kimseyi aç, susuz bırakmama gerçeğidir. Süreç tümü ile üniversitenin dizayn edilmesiydi ve politikti.
1985’te İzmir’de Dokuz Eylül Üniversitesinde öğretim görevlisiydim. Artık yaş günü kutlamak fikri hayatımıza girmişti. Pınar kızımın yaş günlerini kutluyorduk. 1986’da Irmak kızım hayata merhaba dedi. İnsanca yaşamak için kooperatif ile ev almak, yazlık, araba almak, çocuklara en iyi eğitimi aldırmak ile ilgili bir mücadele başlamıştı. Çocuklar büyüdükçe bizlerin de yaş gününü kutlamaya başladılar. İlk kez 40. yaş günümü evde çocuklarla birlikte kutladık. Tüm bu süreçler yaşanırken akademik gelişme çabalarımız da gelişiyordu, bölümde süperiletkenlik araştırma laboratuvarını oluşturmuştum ve sonra da 2000 yılında profesörlük kadrosuna merhaba dedik.
2001 yılında bir başka kollektif imecede onurla yer aldım. İzmir’de 13 kurucu arkadaşım ile birlikte Yeni Kuşak Köy Enstitüler Derneğini (YKKED) kurduk. Yaklaşık yirmi yıldır genel başkanlığını yaptığım dernek, çalışmalarıyla Köy Enstitüleri gerçeğini topluma tekrar sunduk, farkındalığını arttırdık. 25 şube, çok sayıda temsilcilik, 60 yayımlanmış kitap, 61. Sayıya ulaşan Yeniden İmece, yapılan sempozyumlar, çalıştaylar, paneller, aydınlanma onur ödülüyle dernek Köy Enstitüleri aydınlığının günümüze taşıyıcısı oldu adeta. YKKED imecesinde beraber olduğumuz tüm arkadaşlarımı 64. Yaşın duygusallığı ve sevgisiyle selamlıyorum.
20 Şubat 2020, yani bugün dördüncü 16 yaşımda tüm bu yaşadıklarımın analizini, yaptıklarımın, yapamadıklarımın değerlendirmesini yapmak istedim. Ülkedeki güncel politik tartışmaların dışında bir şeyler yazmak istedim. Hayat çok hızlı bir şekilde akıyor. Son on yılda hayatıma şiir ve yazma eylemi de girdi. YKKED imecesiyle yazmaya da başladım ve 25 kitapla düşün ve kültür dünyamızı selamlamaya çalıştım. Ekim 2019’da çok sevgili annemi kaybettim. Tarihimin diğer çok önemli yaprağı da koptu gitti. Bu yaş gününün önemi annesizlik oldu. Bitmeyen çocukluğumuz ve annesizlik. 64 yıllık öz yaşamımın özeti böyle… Sonuç olarak yaptığım işimi çok sevdim, hayatı çok sevdim, yüreğimdeki sevgiyi hiç kaybetmedim, içimdeki çocuğu hiç öldürmedim ve yanlışa itiraz etmekten asla vazgeçmedim. Benim 64 yıllık öyküm böyle…