Eylül ayı okul ayı olduğu kadar aynı zamanda şiir ayıdır. Şairlerimiz en güzel romantizm içerikli şiirlerini eylül ayı için yazmıştır. Ümit Yaşar Oğuzcan “Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan/benimle meydan oku her çaresizliğe/benimle uyu, benimle uyan/birlikte varalım onuncu aylara/ben bir eylül/ sen haziran…" dizeleriyle eylülü şiirine taşırken Murathan Mungan “Her ömrün bir eylülü vardır/onca yaşadım/şimdi bildim…" der. Ahmet Telli “Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi/ eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık" dizeleriyle ayrılık ve eylül ayı arasında köprü kurar. Zafer Akkaş ise “Dedim ya…eylül’dü/savruluşu bundandı kimsesizliğimizin." derken Turgut Uyar “Eylül toparlandı gitti işte/ ekim falan da gider bu gidişle/ tarihe gömülen koca koca atlar/tarihe gömülür o kadar" dizeleriyle eylül ayını selamlar.
ÜLKE GÜNDEMİNDE NELER KONUŞULUYOR?
Küresel iklim krizinin neden olduğu sıcak bir yaz ve orman yangınlarını yaşadık bu yaz. 2024 yazında, “Orman Yangınlarına” müdahale etmekte geciken, teknik alt yapıyı güçlendirmeyen bir kamu yönetimi çıktı karşımıza. Hayat pahalılığı, artan yoksulluk ve artan toplumsal eşitsizliklerin yoğun yaşandığı bir yazı yaşadık. Ülkenin ulusal gelirinin yüzde 80’nini paylaşan yüzde 20’lik bir nüfus diliminin çok mutlu yaşadığı geri kalan nüfusun zorlandığı bir Türkiye fotoğrafı vardı karşımızda. En çok kazanan kesimlerden vergi almayan, onların vergi borçlarına sürekli af getiren, onlara sürekli rant sağlayan sağcı, tutucu bir siyasal iktidar hayatlarımızı daralttı. TİP Hatay milletvekili Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen serbest bırakılmaması, Gezi Davası sanıklarına uygulanan zulüm hukukun egemen olduğu demokratik bir toplum özlemimizi çoğalttı. Diyarbakır’da kaybolan Kuran Kursu öğrencisi Narin’in bulunamaması, görüşlerini açıkladığı için önce tutuklanan ve sonra serbest bırakılan Dilruba’nın öyküsü bu yazın en çok konuşulan başlıklarındandı. Eylül başlarında okulların açılması süreciyle birlikte okul hazırlıkları, fiyatları artan okul ihtiyaçları, velilerden almıyoruz demelerine rağmen alınan kayıt ücretleri yine gündemdeydi.
Cahit ARF, ODTÜ VE GÜNÜMÜZDE ODTÜ REKTÖRÜ
Geçen hafta ODTÜ’de mezuniyet töreni vardı. Binlerce öğrenci ve veli Devrim stadındaydı. Öğrenciler, partili Cumhurbaşkanının atadığı rektörü protesto ederek konuşturmadılar, sırtlarını dönerek demokratik tepkilerini ortaya koydular. Cumhurbaşkanının atadığı rektörler hiçbir üniversitede üniversitenin rektörü olamıyor, Beştepe’nin rektörü oluyorlar. ODTÜ’lü öğrenciler taşıdıkları pankartlarla rektörlerine ve ülkeyi yöneten anlayışa karşı özgürce düşüncelerini ifade ettiler. Pankartlardaki: “Bilim, Kavaklık’ta yüzlerce ağacı alelacele kesmek değildir. Bilim, fikrinin uyuşmadığı öğretim görevlilerini görevlerinden etmek değildir. Bilim, ODTÜ onur yürüyüşünde anayasamızın bize verdiği barışçıl gösteri yürüyüş haklarını kullanan öğrencilerin üzerine polis göndermek değildir. Bilim, öğrencilerin derslerden nefes almaya fırsat bulduğu tek etkinlik olan bahar şenliklerini, sorunları çözmek yerine sorunları bahane ederek iptal etmek değildir. Bilim karşılaştığı ilk kriz anında öğrencilerle olan bütün diyaloğu bitirmek, sonra da hakkını arayan öğrencileri soruşturmalarla korkutmaya çalışmak değildir, Cumhuriyeti her şeye rağmen bilimle yücelteceğiz.” İfadeler (Ö.Yüzüak, Cumhuriyet) eğitimi dinselleştiren, piyasalaştıran, tarikat ve cemaatlere bırakan siyasal İslamcı iktidara karşı duruşu çok net şekilde ortaya koyuyordu. Siyasal İktidarın ülkemizin yüz akı üniversiteleri Boğaziçi ve ODTÜ’yü kuşatma ve yok etme çabalarını bu satırlardan kınıyoruz. ODTÜ rektörü, öğrencilerin bu tepkileri üzerine nasıl rektörlük yapacak, bunu da hep beraber göreceğiz.
ODTÜ eski öğretim üyelerinden Prof. Dr. Cahit ARF’ın 12 Mart sürecinde yaşadığı bir olayı aktarmak isterim. Matematik alanında uluslararası bir isim olan Prof. Dr. Cahit Arf 1966’da ABD’ye giderek Princeton Üniversitesi ve Kaliforniya Üniversitesinde bir süre çalıştıktan sonra Türkiye’ye gelir ve yeni bir üniversite olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde çalışmaya başlar. Dönem 1970’li zor yıllardır. ODTÜ’nün en karanlık yıllarından olan Hasan Tan’ın rektörlüğü döneminde, Genelkurmay Başkanı, içlerinde Cahit Arf’ın da bulunduğu bir grup öğretim üyesini Genel Kurmaya davet eder. 12 Eylül öncesi ortalığın karışık olduğu bir dönemdir. Bir paşa; " Bizim de üniversitemiz var; Harp Okulu. Orada hiçbir disiplinsizlik yok, çıt çıkmıyor. Sizde ise boyuna sorun çıkıyor? nedir bu üniversitelerin hali?" diye sorar. Bunun üzerine Cahit Arf konuyu özetleyen, bilimin ve özgür düşüncenin tarifini yapan bir cevap verir; "Askeri okulların amacı, savaşan birlikleri yönetecek, ağır sorumluluklar içeren kararları tereddütsüz verebilecek kişiler yetiştirmektir. Oysa bir üniversitenin esas hedefi, öğrendiklerinin çoğundan şüphe edebilen ve her bilgiyi yeniden gözden geçirebilen insanlar yetiştirmektir. Bilimde kesinlik yoktur; eğer kesin olsaydı, bilim değil, dogma olurdu. Üniversite gerçeklerin tartışarak ve sorgulayarak arandığı bir kurumdur. Tartışma ve sorgulama olan yerde de sorun çıkması doğaldır." diyerek yanıtlar. 1980 yılında özerk ve demokratik üniversite mücadelesine katkılarından ötürü Seha Meray Onur Ödülü ona verildiğinde, Arf aklındaki üniversite için: “Üniversitenin temel karakteri amoral olmasıdır. Şöyle ki; orada gerek öğretim üyeleri gerekse öğrenciler, toplumla veya toplumun bir bölümü ile paylaştıkları manevi değer denen şeyleri hiç düşünmeksizin, olabildiği kadar objektif bir şekilde evreni her yönü ile anlamaya çalışırlar. Üniversiteye manevi değerlerle ilgili bir doktrini egemen kılmaya çalışmak ve hele bunu baskı yolu ile yapmaya girişmek, Üniversiteyi öldürmek demektir.” Diyerek evrensel kent olarak tanımladığımız üniversite kavramının altını çizer. Günümüzün ODTÜ rektörünün Cahit Arf’tan öğreneceği çok şey vardır.
VE CHP TÜZÜK KURULTAYI
CHP, 6 Eylül 2024 tarihinde Ankara’da dört gün sürecek Tüzük Kurultayını topladı. Medya ülkenin gündemini büyük oranda atlayarak CHP Tüzük Kurultayı ve CHP’deki iç iktidar mücadelesini köpürterek tartışıyor. Çok açık ki CHP eğer kendini “sol, sosyal demokrat” bir parti olarak tanımlıyorsa bu kurultayda tüm tüzük maddelerinde “demokratikleşmeye ve katılımı” öne çıkaran değişiklikler yapmalıdır. Ön seçim mutlaka hayata geçirilmelidir. Ön seçimlerde en az iki yıldır aidat ödeyen parti üyelerinin oy kullanması sağlanmalıdır. Basından yansıyanlara bakılırsa seçimlerde genel merkeze yüzde 15’lik kontenjan verilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Geçmiş dönemlerde sol ile hiç ilgisi olmayan kişilerin bu kontenjanlarla uzun yıllar CHP milletvekilliği yaptığını ve partiye hiçbir katkı sağlamadıklarını tanıklık ettik. Tüzükte kadın ve gençlik kotalarının bulunması, seçimlerde çarşaf listenin esas alınmasını olumlu adımlar olarak değerlendiriyorum. Öyle bir tüzük değişikliği yapılmalı ki partiyi yönetenlerin keyfi davranışlarını önleyecek maddeler esas olmalı. Özellikle son belediye başkanlığı seçimlerinde bu keyfiliği çok belirgin olarak gördük. Bir başka gördüğüm eksiklik CHP’deki “Eğitim, Bilim, Kültür Platformu”yla ilgili. Bu platform şimdiye kadar Genel Başkanın parti meclisine adam taşıma işlevini gördü. İçi boşaltılarak adıyla uygun olmayan amaçlar için kullanıldı. Bu platform yeniden yapılandırılmalı, sol bir partinin AR-GE si gibi çalışmalıdır. Böyle olmuyorsa adı değiştirilmelidir. Tüzükte demokratik kitle örgütleriyle işbirliği yapılması ve tabanın görüşlerini yukarıya yansıtacak mekanizmaların oluşturulmasında yarar vardır. Unutulmamalıdır ki CHP sol kaldıkça var olacak ve iktidara gelebilecektir.
Aydınlık ve demokratik bir ülke umuduyla…