HÜSEYİN HÜSNÜ PAŞA'NIN TUTUKLANMASI

GÜLDEN SÖKELİOĞLU 17/06/2022 - 09:49:18

Eğitimci, yazar  Zeki Sarıhan'ın yazdığı,  'Kurtuluş Savaşı Öyküleri' kitabından bir öyküyü sizlerle paylaşmak istiyorum.
 
**
 
Mütareke başlarında
(1. Dünya Savaşı sonunda imzalanan-
30 Ekim 1918- Mondros Ateşkes Antlaşması) İngilizci Damat Ferit Paşa, İstanbul'da cadı kazanı kaynatırken, gözaltına alınan Falih Rıfkı'nın unutamadığı ve 'Çankaya' adlı kitabında dile getirdiği olaylardan biri de Hüseyin Hüsnü Paşa'nın yaşadıklarıdır.
 
Bu Paşa'nın suçu, 31 Mart 1909'da İstanbul'da gericiler ayaklandığında,
(31 Mart Olayı) ayaklanmayı bastırmak üzere Selanik'ten yola çıkan 'Hareket Ordusu' nun kumandanı olmasıdır. Kumandayı Yeşilköy'de(İstanbul) Şevket Turgut Paşa'ya devretmiştir. 
(Hüseyin Hüsnü Paşa, aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar'in büyük dedesi ve Nazım Hikmet 'in eniştesidir.)
 
1. Dünya Savaşı'nda takip ettiği politikalar başarısızlıkla sona erdiği, hatta Osmanlı Devleti'ni ve halkını büyük bir felakete sürüklediği için İttihat ve Terakki Partisi, Mütareke başlarında kendisini feshetmiştir. Yerine 11 Kasım 1918'de fazla göze batmayacak olan 'Teceddüt Partisi ' kurulmuştur. 
Hüseyin Hüsnü Paşa'da bu partinin kurucuları arasındadır.
Mütareke'deki İstanbul ortamında bu parti bir varlık gösterememiştir.
Şimdi artık iktidar, İttihat ve Terakki düşmanı ve İngilizlerin dostu Hürriyet ve itilaf Partisi'nin elindedir ve hükümet eski İttihatçılara göz açtırmamaktadır.
 
Bu tarihte Hüseyin Hüsnü Paşa, Âyan( Senato)
üyelerinden, aksakallı, inmeli( felçli)bir yaşlıdır. 69 yaşındadır. Gündüzleri ev halkı kolundan, koltuğundan tutup ona köşkün bahçesinde biraz nefes aldırmaktadır.
Bir gün yine çocukları Paşa'yı bahçeye çıkarmak üzereyken dış kapının zorlandığını, subaylarla polislerin içeriye çaldığını görürler.
Hüseyin Hüsnü Paşa, 'Hareket Ordusu' başkanı olduğu için hapsedilecektir. 
O'nu gözaltına almaya gelenlerin başında, savaşta toplarını bırakarak kaçtığı için askerlikten çıkarılan fakat Mütareke'de yeniden hizmete alınan bir binbaşı vardır.
Gelenler, Paşa'nın köşke alınmak istendiğini görünce hemen tabancalarını çekerler ve kapıya saldırırlar.
- Çabuk açınız!
- Kimi arıyorsunuz?
- Paşanızı almaya geldik!
Bir orgenerali almaya, teğmenler ve bir binbaşı gelmiştir.
Bir yandan çizmeleriyle vurdukları kapıyı omuzlarıyla da itmekte, kasatura ile kilidi zorlamaktadırlar.
Kadınların çığlıkları arasında kapı kırılır.
Parmaklar tetikte, aksakallı, inmeli komutanın ve kadınların üzerine atılırlar.
- Haydi gideceğiz.
Paşa:
- İzin veriniz, giyineyim, diye rica eder. Arkasında entari vardır.
- Lüzumu yok, böyle gideriz!
İçlerinden biri, eli tetikte, gözü saatte:
- Haydi, beş dakika izin, der.
Kadınlar ve çocuklar, yukarıda giyecek adına ne  buldularsa aşağı koşturururlar. Entarisinin üstüne ceketini, pantolonunu geçirirler. Ayaklarını bir çift ayakkabıya sokarlar.
Beş dakika biter bitmez, yaşlı paşayı kolundan, omzundan, ayağından tutarak otomobile bindirirler. Eşi, kalpağını otomobile zor yetiştirir.
 
O'nu sandalla İstanbul tarafına geçirirler. Önce Merkez Komutanlığı'na, sonra Sultanahmet Tutukevi'ne götürürler. Burada kendisine acıyarak ayrı bir odaya koyarlar.
Gece yarısı yaklaşırken Merkez Komutanlığı'ndan tutukevine sorarlar:
- Hüsnü Paşa orada mı?
- Evet!
- Nereye koydunuz?
- Odalardan birine...
- Hayır, şimdi locaya atacaksınız.
Loca dedikleri yer, taş, çıplak, rutubetli ve ışıksızdır. 
Paşa'yı iniltiler arasında uyandırıp:
- Sizi başka bir odaya nakledeceğiz, derler.
Hüsnü Paşa, bu tek delikli odayı görünce:
- Beni diri diri mezara mı gömüyorsunuz? diye sızlanır.
Gece yarısı bu loca, kapağı açılmış bir lahde benzemektedir.
Yaşlı Paşayı içine atıverirler.
 
**
 
Gücü eline geçirenlerin  önceki dönemden intikam aldıkları bu olayın benzerleri tarih boyunca yaşanmıştır.
 
**
 
Kuvvet Komutanlarının Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanıp, cezalandırılmaları...  Emekli ve çok yaşlı  Paşa'ların evlerinden apartopar alınarak cezaevine götürülmeleri ve yargılanmaları, tarihin tekerrür ( tekrar) ettiğini mi gösteriyor?
Kaynak: Falih Rıfkı Atay
Çankaya, İstanbul, 1969, s.229