“Globalizm’de Çakma Milliyetçilik”

Erdil Ünsal 05/08/2022 - 09:12:17

Ulus-devletin küreselleşme karşısında giderek önemini yitirdiği, deyim yerindeyse yenilmekte olduğu, hatta bu yenilgi sürecinin giderek hızlanacağı söylenebilir. Ancak, dünyanın birçok yerinde milliyetçilikle hâlâ, bir kenara bırakılamayacak kadar sonuç alıcı işler yapıldığı gerçeğini yadsımaz. Yani, vatanım, halkım/milletim toplumu sevme olgusu ile şahsımın veya zümresinin milliyetçilikle “siyaset” yapma, pek hızından kaybetmeden devam etmektedir.
 
Milliyetçilik bir ulus-devleti kurma ve koruma mücadelesinin teorisi ve pratiğidir. Onun için bukalemun gibi “bulunduğu ortamın koşullarına uyum” sağlar. Milliyetçilik öz üretimi kendine yeten milli prodüktivetesi olan ülkelerin ürünüdür. Globalizmi kabullanmiş ekonomisi dışa bağımlı; işsizliği, yoksulluğu yüksek olan ülkelerde milliyetçilik kavramı çakma milliyetçilik olarak sürdürülmwktedir.
 
Milliyetçilik ve din ilişkisi, sosyal alana hükmeden ilişki biçimleri arasında belki de en çetrefilli, birbirini en dışlayıcı ve aynı zamanda birbirini en iyi tamamlayan ilişki biçimi olarak ele alınabilir. Yaygın görüş, modern anlamda milliyetçiliğin ortaya çıkmasıyla birlikte dinin güç kaybetmeye başladığı şeklindedir. Batı Avrupa tecrübesi bu tezi doğrular mahiyettedir. Bunun yanında, milliyetçiliğin dini yadsıdığı ya da dinden boşalan alanı ikame ettiği görüşü kadar, din ve milliyetçiliğin birbirini beslediği görüşünü destekleyen örnekler de çokça mevcuttur.
 
OPUS © Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, milliyetçiliğin dini ikame ettiği, dinin etnikleştiği ya da etnik kimliğin kendini korumak adına dindarlaştığı, dinin uluslaşmaya mani olduğu ya da tam tersi dinin etnik kimliğin kendini farklılaştırmasına yardımcı olduğu durumları ele almış.
 
Milletlerin ve milliyetçiliğin doğuşu dinlerin bazen yardımı bazen de engellemesi ile karşılaşmıştır. Din ve milliyetçilik arasında ilerlemeci bakış açısının ürettiği doğrusal bir ilişki olacağını varsayan modern aydınlanmacı tezin aksine dinler, milliyetçilikler içinde çok güçlü damarlar olarak varolmaya devam edebilmiştir. Dinler milliyetçiliklerin parçalayıcı etkisini azaltabilmiş, ancak bu süreçleri tümden tersine çevirebilecek sonuçlar üretmeleri mümkün olmamıştır. İslamiyette, Sunni-Şhi ayrımı gibi etnik kimlik bir kere siyasal hüviyet kazandıysa ortak dini kimlik bunu tümden ortadan kaldıracak imkanı sunmamaktadır.
 
Milliyetçilik krallık, hanedanlık, aşiretler birliği (tribe) gibi feodal tarz devletlerden, sınırlarına dokunulmaz bir “bölünmez bütün” (territorial dignity) üzerinde kurulacak olan ulus-devlete geçiş mücadelesinin milliyetçiliğidir. Bir de, aynlıkçı (separatist) milliyetçilik olarak ele alındığında da milliyetçiliğin İki “Yüz”ü ortaya çıkar.
 
Milliyetçilikteki bir masumnluk ile bir iblisliğin, “aynlmaz ikili” olarak son iki yüzyılımız boyunca sımsıkı iç içe tutulması, bu uzatmalı ve acımasız milliyetçilik aldatmacasının sebebidir.
 
“Masumluk” dediğimiz, etnik toplulukların kimlikleştirdikleri kültürel yerellikleriyle, özgünlükleriyle yaşama arzularını öne çıkarma eğilimleridir.
 
“İblislik” ise, iktidar veya iktidar adayı elitlerin, etnik topluluklann bu arzu ve eğilimlerinin doğal enerjisini, bir coğrafya üzerinde devletleştirip onun nüfusunu yönetmeyi sınırsızlaştırma ve coğrafyayı “kutsal” sınırlarla çevirme işinde politik enerji olarak kullanmasıdır. Aslında bu “ikili” en az birbirinin içinde tutulduğu kadar birbirine yabancıdır. Birisi kendim, kendi doğallığım, kendinde birikmiş (dilleşmiş, sanatlaşmış, edebiyatlaşmış, müzikleşmiş/ezgileşmiş) binyıllan yaşama masumiyetidir. Diğeri, bu belli bir coğrafya ve nüfusta yaşayan tarihi, bu coğrafya ve nüfusun değerlerini kontrol etme kullanma politikasıdır. Yani birincisi “koyunun can derdi”, ikincisi ise “kasabın et derdi”dir.
 
Milliyetçiliğin tarihini Fransız İhtilali’ne dayandırsak ya da papalık kurumu ve Roma’nın otoritesinin sarsılmaya başlamasıyla yol bulan reformasyona götürsek de milliyetçiliği tek başına ele almak imkansızdır. Fransız İhtilali’nin tetiklediği ve daha sonraki dönemde ulusların kendi kaderini tayin hakkı şeklinde kavramsallaştırılan modern milliyetçilik dönemi kadar reformasyon dönemi de din ve milliyetçiliğin ilişkisi izlerinin sürülebileceği bir dönemdir.
 
Milliyetçiğin dinle ilişkisi bu anlamda kurucu bir ilişkidir. Globalizm ile milliyetçiliğin yozlaştığı çakma milliyetçiiğe dönüştüğü ileri sürülse de dini farklılaşmalar buna geçit vermemekte, özellikle gelişmekte olan ülkelerde din ve milliyetçilik birbirinin olmazsa olmazı olarak varlığını devam ettirmektedir. Kyn: “OPUS © Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergi”sinden derlenmiştir.