“Bina Ormanı”

Erdil Ünsal 17/02/2017 - 10:29:46

 
Ne huzurlu ve mutlu çocuklardık bahçeli evlerde büyüyen. Kayısı ve badem ağaçlarına tırmanan. Tavuk gıd gıdak sesi duyan, horoz ötüşü ile uyanan. Sabahın aydınlığında okula giderdik. Gece karanlığında değil. Saat 08.00 hava hala karanlık. Saat 08.00 de 1. dersten çıkmış olurduk. Ayağımızda Adidas ayakkabı, üstümüzde 250 TL’lik Calvin Klein gömlek yoktu. Kirlendikçe sadece yakası ve manşetleri değiştirilen Sümerbank bezinden dikilmiş gömlek giyerdik. Ben ne giyiyorsam mahalle arkadaşım da aynısını giyerdi. Kocaman ahşap ceviz kasası içerisinde bir tek Marconi marka radyomuzdan haber ve müzik dinlerdik. Çok evde buzdolabı ve telefon bulunmazdı. Yemekler tel dolapta saklanırdı. Komşu dayanışması vardı. Öz sermayesi olmayan bakkal dükkân açamazdı. Banka kredi kartı bilmezdik. İletişim yoktu. Tüccar hileli mal sattığı öğrenildiğinde utancından dükkânını kapatırdı. Bekçi’nin sadece ağzında düdük vardı silah bile taşımazdı. Polisi ortalıkta gezerken görmezdik.
Ne zaman bu rant anlayışı başladı. Bahçeli evler satıldı. Yemyeşil ormanlar kesildi. Ortalık çok katlı bina ormanına dönüştü. Biz de evimizi ısınma ve geçinme sorunları sebebiyle yükleniciye verdik. TOKİ bir silo gibi evin 13. Katına 13 ay sonra yerleştik. Yüklenici FETÖ’cu çıktığından dairesin teslim alamayıp açıkta kalanlar oldu Biz şanslıydık. Yerleştik de ne oldu. Çocuklara bizim gibi oynayacak ne bahçe kaldı ne tavuk gıdaklaması ne de horoz sesi. Sordum 4. sınıf talebesine “Horoz samana mı yumurtlar toprağa mı?”
“Toprağa” dedi. Ne bilsin horozun değil tavuğun yumurta yaptığını” Pegomon oyuncaklar üzerindeki hayvan resimlerinden başka canlı kümes hayvanı görmedi ki. Kedim doğal hayatı yaşar gelir. Papilerini siler öyle eve alınırdı. Şimdi kedimiz 13 kat aşağıya in toprağı eşele sonra yukarı 13 kat çık zor olacağından ev içinde yaşamaya mahkûm. 15 katlı her dairesi 60 metre kare olan TOKİ binalarda yeni komşularımızın çoğu, civardaki otopark mafyasını yöneten Malatya, Diyarbakır kökenli. 4. ve 5. katlarda oturuyorlar. Asansör çalışmadığında bacağa kuvvet merdivenleri tırmanırken 4. kata geldiğimi kapı dışına çıkarılmış ayakkabılardan Malatyalılar katında olduğumu anlardım. Apartmanda 6 aydır komşu yüzüne rastlamadım. Ta ki bir gün o da tek saatli apartmanın, evde oturan kişi sayısına göre hesaplanmış daire başına düşen su parası toplamak için kapımı çalan apartman yöneticisi ile tanışıncaya kadar. Hemen içeri buyur ettim. Yönetici, oturanlardan çok dertli olduğundan konu açtı.
“Beyefendi nerede o eski İstanbul insanı. Binanın, ilk üç katı Malatyalı, Diyarbakırlı ve geri kalan bir iki katta sözleşmiş gibi Anadolu’nun diğer illerinden gelen ailelerce, ya satın alınmış ya da hemşehirli arkadaşlarına kiraya verilmiş durumda. Bu güney Anadolu kökenli vatandaşlarımız teker teker belki fena insan değiller. Ancak, bizim binada haftada 2 gün sıcak su veriliyor. O iki gün, aile fertleri dışında İstanbul’un muhtelif yerlerinde irili ufaklı işlerde çalışan hemşehirli arkadaş ve akrabalarını evlerine banyo yapmaya çağırıyorlar. Aşırı yüklenme nedeni ile binanın elektrik trafosu sık sık atıyor. Bu vatandaşlarımızın, daire kapısı önündeki ayakkabı nüfusunda ne zaman bir artış görsem, o gün binanın elektrik trafosu aşırı yüklenme nedeni ile kısa devre yapıyor.
Hemşehirli dayanışması güzel bir şey, ama her hafta binanın elektrik trafosunun onarımı gerekiyor. Bir sürü masraf çıkarıyor. Kaç kez söyledim, şu hemşehirli olan yakınlarınızı Aksaray’da bulunan hamam ve banyolara gönderin. Ne olur oraya banyoya gitsinler. Banyo paralarını ben vereyim. Ayrıca, şu ayakkabıları daire kapısı dışında bırakmayın. Bütün katlara ayak kokusu yayılıyor dedimse de dinletemedim. Bu nedenle, vallahi müşteri çıkarsa dairemi satıp buralardan uzaklaşacağım.” Bir gün bende sizi beklerim dedi ve vedalaştık. Gün ve gün diğer katlarda oturanlara yavaş yavaş rastlamaya başladım. 3. katta oturan beyle hoş beş sohbet yaptık. İşten çıkarılan Akademisyenmiş. Başka gün rastladığım bina komşum işten çıkarılan Opera sanatçısı.
Baktım bina kapısı girişinde bir kalabalık var ve bir tabut. Sordum “kim vefat etti.?”
“4. No’daki Nuri Bey”
Kimseyi tanımıyorum isimce hele hiç tanımam mümkün değil. “Acaba ne zaman ve nerede defnedilecek?”
“Ali bey Caminden bugün ikindi namazını müteakip” Kimseyi tanıdığım ettiğim yok. Bari cenaze namazına katılayım dedim. Avluda toplanmış kişilerin bir kısmı cami içerisinde namaza durmuşlar çıkınca, hoca nezaretinde cenaze namazı kılınacak. Anneler ve bayanlar dini vecibe gereği geri safta duruyorlar. Namaz kılma bitti. Bütün erkekler tabutun önünde safta toplandık. Hoca sanki benim durumumu anladı. “namaz kılmayı bilmeyenler benim hareketlerimi takip etsinler” dedi. İki elini kulak arkasına kaldırıyor. Ben de o ne yapıyorsa yapıyorum. İçimden ölmüşlerime gönlümden kopan Türkçe dua okuyorum. Hoca, kafasını önce sağ tarafa sonra da sola çevirdi. Cemaatte çevirdi.
Hoca sordu, “er kişiyi nasıl bilirdiniz?” “Cemaat hep bir ağızdan,” iyi bilirdik”
“Hakkınızı helal ediyor musunuz?” Cemaat hep bir ağızdan ben dahil “Helal ediyoruz” şeklinde yanıt verdik. Eve dönerken düşündüm.
“İşe bak. Adamcağızı ne tanırım ne görmüşlüğüm var!”