Betonu yeşile tercih eden zihniyet

Can Pulak 06/07/2019 - 08:44:37

Canım Türkiye’m ne hallere düşürüldü. Merkez Bankasındaki ihtiyat akçelerine bile el koyuyoruz. Bugüne kadar böyle bir şey duyduk mu hiç? Öylesine bir israfla, plansız ve programsız yönettik ki ülkeyi, deniz bitti işte. Onun için her şeye zam üstüne zam yapıyoruz, vergileri artırdıkça arttırıyoruz.
 
Hadi hazineyi zayıflattık, yetmedi doğal değerlerimizi ve güzelliklerimizi de perişan ettik. Her gün memleketin bir yerinden çevre faciası haberi geliyor. Ormanlarımızı delik deşik ettik. Önümüze gelene maden ruhsatı dağıtarak, çok zengin yeşil örtümüzü feci şekilde tahrip ettik. Taş ocaklarıyla kapladık her yeri. Mermer ocaklarıyla zorladık orman dağlarını, şimdi de altın ocağı ruhsatıyla dümdüz ediyoruz kıymetli yerlerimizi. Kaz dağları Ege’mizin oksijen deposudur. Müthiş bir ormanımız, çok değerli çam ve ağaç türlerimiz vardır burada. Hele dağ köylerinin güzelliğini anlatamam. İtalya, Fransa, İsviçre filan haltetmiş, gidin görün Kazdağları’nı. Böyle bir güzellik nerede var?
 
İşte şimdi bu güzelliğin de canına okuyoruz. Dağ tepelerindeki muhteşem ormanları kesmiş, buraları altın madenlerine tahsis etmişiz. Fotoğraflarını gördüğümde gözlerim doldu. İlk fırsatta gideceğim oralara. Böyle bir cinayeti nasıl işleriz, nasıl yaparız böyle büyük bir hatayı? Üstelik Kaz dağlarının tarihi ve mitolojik değerleri de var. Zeus Altarı da orada örneğin, pek çok da tarihi ören yerine sahip Kazdağları. Yani birinci derece sit alanına giren hayli büyük bir alan…
 
Altın arayacağız diye, siyanürle rezil edeceğiz orayı. Sadece orman değil, ormanda yaşayan tüm canlıları da mahvedeceğiz. Gören de, tonlarca altın çıkarıp hazineyi güçlendireceğiz sanır. Yazık çok yazık… Elbette ki madenlerimizi çıkaracağız, elbette ki yeraltındaki değerlerimizden yararlanacağız. Tabii ki, Hidroelektrik santralleri yapacağız, rüzgar fırıldaklarını koyacağız tepelere ama bütün bunları çevreyi boğazlamadan, gırtlaklamadan da yapabiliriz. Sen kalk Karadeniz’in o güzelim derelerini HES’lere kurban et, cansularını cılızlaştır, tüm köylerin ve köylülerin ayağa kalkmalarına rağmen, kulağını tüm tepkilere kapatarak, bildiğini okumakta devam et. Olurmu böyle şey? Olmadığı içindir ki, doğa feci şekilde intikamını alıyor ve seller, sular, afetler çok yerde can yakıyor.
 
Üzülerek söylemek zorundayım ki, Türkiye’nin son 20 yılında çevreye yapılan tahribat, herhalde son yüzyılında yapılmamıştır. Karaya da, denize de, göllere de, nehirlere de çok büyük zararlar verdik. Hepimizin gözleri önünde yapıldı tahribatlar. Ne yazık ki, engel de olamadık, durduramadık da faciaları. Sadece yazmakla, söylemekle kaldık. Biz (sahillerimizin en güzel yerlerini tahsise açıyorsunuz, sessiz sedasız bazılarına veriyorsunuz, kamu malını siyasi gücünüzü arttırmada kullanıyorsunuz) dedikçe, (Biz çevrecilerin feriştahıyız. Türkiye’ye milyonlarca ağaç diktik.) gibi komik cevaplar aldık.
 
Milyonlarca dağ gibi harika ve görkemli ağaçlar yıkıldı, kesildi, yandı, uçuk projelere kurban gittiler. Hangi birini anlatayım, Muğla ormanlarını mı, Antalya ormanlarını mı, İstanbul’un havaalanı için biçilen yüz binlerce ağacını mı, hangi birini sayayım? Kesilenlerin yerine yenileri dikildiyse eğer, büyümeleri 60-70 seneyi bulur. O sürede kim öle, kim kala? Ağacın ve yeşilin yerine betonu tercih ediyorsak eğer, artık söylenecek laf kalmıyor geriye.
 
Kanalizasyonları hala denizlere boşaltıyoruz. Nehir ve gölleri fabrikaların kimyevi atıklarıyla zehirliyoruz. Gidin bakın, renkleri değişti buraların, pislik içinde her yer. Hala şehirlerin çöpleri vahşi biçimde yığılıyor, bu yüzden oluşan metangazları yangınlara sebep oluyor. Bunun çok örnekleri var ama en çarpıcısı Bodrum’da. Hala çözmek için uğraşıyorlar. Gidin bakın turizmden para kazandığımız bölgelere. Her yer aynı durumda, aynı problem tüm kentleri zorluyor.
 
Bunlarla uğraşmak için bilgi lazım, plan ve program lazım, para lazım para. Ama biz paraları lükse, şatafata, gösterişe, son model makam araçlarına, makam uçak ve helikopterlerine, yazlık-kışlık saraylara- önümüze gelen yandaş vakıflara, eş-dostla doldurulan gereksiz kadrolara harcadığımız için, çevre gibi önemli konulara dönüp bakamıyoruz. Nutukla korumaya çalışıyoruz çevreyi. Ama nutukla olmuyor ki bu işler… Önemli değerlerimizi korumak için kurduğumuz Anıtlar Kurulu, Özel Çevre Koruma Kurumu, hatta Çevre Bakanlığı bile yok artık. Bakanlığın sadece tabelası kaldı ki, onu da şehircilik bakanlığına yama olarak kullandık. Bunca tecrübe, birikim ve yetişmiş kadroları ustaca dağıttık. Konuları en ilgisiz ve bilgisiz kişilere havale ettik.
 
Peki, ne yapacağız, nasıl kurtaracağız çevreyi, nasıl koruyacağız doğal güzelliklerimizi ve değerlerimizi? Mevcut anlayışla, bizi yöneten kafalarla, betonu yeşile tercih eden bir zihniyetle bırakın çözmeyi, Allah korusun elimizde kalanları da kısa sürede kaybedebiliriz. Artık siyaseti, boş lafları filan bir yana bırakıp, gerçeklerle yüzleşmeliyiz. Şimdiye kadar yapılan hata ve yanlışları kabul etmeli, çözüm yollarında buluşmalı ve anlaşmalıyız.
 
Hükümetler gelir gider ama çevre bir gitti mi (ki gidiyor) bir daha geri gelmez. Bunları bıkıp usanmadan anlatmaya, söylemeye devam edeceğiz.